Bugünlerde
okuduğum kitap ve izlediğim film, tesadüfen aynı konu üzerine
kurgulanmış. İstesen ayarlayamazsın ya, aynen öyle.
Ben
de şaşırdım bu tesadüfe tabii.
Reşat
Ekrem Koçu'nun “Erkek Kızlar” isimli kitabını, elime almamla
başladı herşey. Kitabı alıp da eve geldiğim süreç içersinde
“hımmm konu ne olabilir ki? Erkek kızlarmış, acaba erkek
gibi davranan ya da olmaya özenen gözü pek kızlar mı” diye
düşündüm. Sakın gözü pek derken yanlış anlaşılmasın.
Nazik falan değil anlamında kullanıyorum.
Eve
gelip de ilk okuduğum hikaye İbrahim Voyvoda isimli olanıydı.
Okudukça gözlerim büyüdü. Gene bir yanlış anlamayın diyeyim
de, meseleye arka kapaktaki yazıdan alıntı yaparak devam edeyim.
Şöyle:
ilk kez 1962'de yayınlanan Erkek Kızlar adlı kitabında
Reşat Ekrem Koçu, kadının adeta var olmadığı, yaşamın
neredeyse hiçbir alanında etkin olmadığı bir toplumda, tuhaf bir
“kadınlık durumuna”, beklenmedik bir tarzda dikkat çekiyor.
Toplumsal
yaşama katılmasına izin verilmeyen, fakat olayların katılmaya da
zorladığı sıradan Osmanlı kadınları ne yapabilir?
İster
Balkan coğrafyasında yaşayan sahte ismi İbrahim Voyvoda olan zengin Ağanın güzeller güzeli kızı, ister Arap emirinin güzel kızı
Sitti Zühre'nin, Emir Talha ismini kullanarak erkek kılığına
girmek zorunda kalması. İsterse Cerrahpaşa'da oturan, cerrah
İsmail'e satılan deli Emine. Onun kim delirtmiş. Kendi kendine
delirmez insan. Yaptırana bak derler ya, o hesap işte.
Kitabım
henüz bitmedi devam ediyorum ama hepsinin ortak özellikleri çok
zengin de olsalar, çok güzel de olsalar erkek kılığına girmek
zorunda kalmaları ve ne acı ki, onları erkek kılığına girmek
zorunda bırakan toplumun, onları sonra fahişe diye dışlamaları.
Tabii ki sonları hiç iyi olmuyor. Genç yaşta ölüm. Ölüm ama
ölümün de iyisi var kötüsü var. Eee adı böyle fahişeye
çıkmışsa, yapılanlar karşısında bilenmiş onlar da cevap
vermişlerse, günlerce süren işkence ile öldürüyorlar İbrahim
Voyvoda'yı.
İşin
içinde kaynana denen, kadının kurdu da var tabii. Boşuna
dememişler, kaynanayı ne yapmalı, kaynar kazana atıp kaynatmalı?
Siz hiç iyi kaynana gördünüz mü? Doğurduğu için kendi
imalatı, malı olduğuna kanaat getiren kaynanalar, oğulcuklarını
bi türlü paylaşamazlar. Her köfteye acı maydanoz olurlar. Olan
tabii oğulcuklarına olur. Tabii kendilerine de.
Neyse
kitap, Reşat Ekrem Koçu'nun dilbaz anlatımıyla harika ve hüzünlü
bir şekilde geçiyor. Benden yüzyıllarca önce yaşamış
hemcinslerimin ne ızdıraplar çektiğini okuyup duracağım.
Kimbilir
benden yüzyıllar sonra da başka bir anlatıcı çıkacak ve
günümüzde yaşanan kadın katliamlarını, şiddetini,
işyerlerindeki mobbingleri, eşitsizlikleri anlatacaklar.
Acaba
yüzyıllar sonra kadın eşit olacak mı? Hayır! Bunun için falcı
olmaya gerek yok. Tarihe ve bugüne bak ne olacağını anlarsın.
Gelelim
izlediğim filme. "Hizmetkar Albert Nobbs". 19 yy İrlanda'sında
geçiyor. İsmi Albert ama o bir kadın. Hayatta yalnızdır Albert.
Annesini, Albert doğar doğmaz, babası terk ettiği için ve kadın
öldüğünden hayatta yalnız kalan Albert rahibe okuluna verilir ve
bir süre sonra oradan ayrılır. İş aslanın ağzında. Hele bir
kadının iş bulması çok zor. O da en sonunda ikinci el bir garson
elbisesi satın alarak garson olur ve küçük bir otelde de uşak
olarak hayatına devam eder.
Artık
erkek kimliği üzerine öyle bir yapışır ki, istese de kadın
gibi davranamaz. Üstelik bunu otelde çalışanlar ve patron da dahi
hiç kimse anlamaz. Ta ki boya badana için otele gelen bir ustaya
kadar. Yatacak yer yoktur ve patron ustayı Albert'ın odasında
yatacağını söyler. Albert karşı çıksa da, hayır, imkansız.
Sonra
ne olur biliyor musunuz, usta da erkek değil kadındır. Badanacı
olan sarhoş kocasından kaçıp o da bu yola başvurmuştur. Ve
evlenmiştir.
Albert
onların evine gittiğinde, hayallerindeki gibi bir yuva görür.
Mükemmeliyetçi Albert onlara o kadar özenir ki, otelde çalışan
hizmetçi bir kızla evlenmeye karar verir. Ne ki kızın gönlü
kazan dairesinde çalışan yakışıklı ve sorumsuz adamdadır.
İkisi birlikte Albert'ı kullanırlar. Albert'ın şilin şilin
biriktirdiği parayı sızdırmaya bakar kaloriferci erkek bozuntusu.
Ah
dedim Albert'a ah. Neden bu kadar mükemmeliyetçisin ve kendine
güvenin yok. Hayalini kurduğun tütüncü dükanını açma fikrini
bir eş olmadan da hayata geçirebirilirsin. Yalnızlık mı? Yıllar
içinde birini belki bulursun, belki bulamazsın. Neden bu kadar
kendine güvensizsin?
Üstelik
kadını da sevmiyordu. Sadece kafasında kurguladığı, tütüncü
dükkanının üst katında, huzurlu bir yuva ve şablona uygun eş.
Neyse
bu anlattıklarımı size film olarak izlemenizi öneririm. Çünkü
bir kadının erkek olmak zorunda kalması ve sonra o kimlikten
çıkamaması. Hep toplum dayatmaları.
Aynen
Osmanlı'daki gibi.
Aslında
yine yok mu, var. Yeşilçam'ın Şöför Nebahat filmini unuttunuz
mu? Ya diğerleri? Gerçek yaşamda kamyon şöförü olan kocası
ölünce kamyon şöförlüğü yapan kadınlar tabii erkekleşerek.
Erkek dünyasında kadın olamazsınız.
Neyse
bakalım, ne haller var yeryüzünde. Hep birbirimize hayatı
zehredip duruyoruz. Saçma sapan ahlak kuralları yüzünden.
Ahlak
da, ne ahlak ama ya!