17 Temmuz 2015 Cuma

Doğumgünü 6 Ağustos


babaannem 6 Ağustos 1945 saat 08.45 de doğmuş. doğum tarihi hakkındaki bu kadar kesin bilgi sahibi olmamızın ve kimsenin bunu unutmamasının nedeni aynı tarihte Hiroşima'ya atılan atom bombasından kaynaklanıyor.
fakat tersine o doğduğu eve  güneş gibi doğmuş. Büyükdedem ve büyük babaannemin evlendikten sonra 5 yıl kadar çocuğu olmamış ve nasıl olduysa tam 2. dünya savaşının bitmesine ramak kala büyükbabaannem, babaanneme hamile kalmış.
babaannem bu yıl  70 yaşına basacak ama yaşam tarzı mı yoksa karakteri mi onu böyle kılıyor bilmiyorum en fazla 60 larına yakın bir kadın gibi duruyor. ne öyle "nihansın dideden," ne de "bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin," ne de "makber" şarkısını sever. babaannem gençlikleri aşağı yukarı  eşzamanda geçmiş -belki de takılı kalmış, Ajda Pekkan şarkılarını sever, ve keyfi yerindeyse Kral Tv açıp karşısında birlikte dans eder.
çoktan öğretmenlikten emekli oldu. dedemin uzun süren hastalığında bi süre kendisine bakamadıysa da, dedemin ölümüyle kendisini topladı ve tekrar kendisine ve hayata döndü. kimseye rol kesmedi. Sevdet Bey öldü, çok kötüyüm de demedi. "uzun süredir, hastaydı ve sonunda hepimizin başına gelecek olan onun da başına geldi" diyerek, iki yüzünü değil, her zamanki gibi tek ve net olan yüzünü insanlara gösterdi.
kimileri bunu çok aşağılık buldu -hatta çoğu- kimileri de "sen de haklısın, sen de hastayla uğraşırken çok çile çektin diyerek," ona hak verdi.
Babaannem tabii ilk grubu hiç önemsemedi, ve onun gibi düşünenler gibi olan gerçekçi insanlarla dostluk ve arkadaşlık kurdu. ama hiçbir zaman bu dostluklar çok ileri boyutlara varmadı. arkadaş grubuyla sık sık yurt içi gezilere, Akdeniz, Gap, İç Anadolu bölgelerini gezdi. kış aylarında Özdilek, Narlıdere'deki kafelerde buluşurlar . kimse kimsenin evine tebelleş olup, özel davet vermedi. çünkü bu evlerde toplanma işi bir çok bakımdan hepsine zahmetli oluyordu.
geçenlerde babaannem beni aradı. bu kez evde davet vermeyi planlamış. "hayrola, nereden çıktı, bu davet" dediğimde, 70. doğum gününü özel bir törenle kutlayacağını söyledi. Kemeraltı'na gttiğinde görmüş; "görsen kına için, düğünler için olsun çeşit türlü süslemeler çıkmış, pankartlar "kız evi naz evi" - "kız evi naz eviyse, oğlan evi gaz evi mi?" - "oğlan tarafı geldi" "kızı vermicez valla" gibi pankartlar üretilmiş. sonra sepetler, özel kıyafetler. onun kıyafet konusunda sıkıntısı yoktur. hayatı artı eksi 5 kg ile geçmiş. gençliğinde modaya da düşkün olduğundan, zannedersiniz ki, modacılar babaaannemin kıyafetlerine bakıp kreasyon hazırlıyorlar. 1970 lerden kalma çiçek desenli kumaştan bir kaftan giymeye karar vermiş. kemeraltı'nda bir de matbaacı bulmuş, pankartlar için. pankartlarda " I am the Bomb" "hello girlss" "happy birthday" olarak bastıracakmış. ortalıkta sepetler içinde satılan dolar desteleri de almayı ihmal etmemiş. dolar destelerini bir ayakkabı kutusunu doldurmayı planlayacağı için, haliyle çok alması gerektiğini söyledi.  "inanmazsın Pelin, bu dolar desteleri bile Kemeraltı'nın merkezinde 5 tl, arka sokaklarında destesi 2 tl. "25 deste dolar alayım da ancak bir ayakkabı kutusu dolar" dedi.
"fakat 70. yıl doğumgünü partisini 6 ağustos ta değil, şeker bayramı olan 17 temmuz da kutlayayım, hem benim huzurevindeki arkadaşlara bir hareket olur, hem de evde oturup boşu boşuna oğlanın kızın gelmesini bekleyen  diğer arkadaşlarımın üstüne sinen -kent şekerleri reklamı karabasanını- dağıtır. malum hıroşima'da dünya için çok boktan bir durumdu, 6 ağustosta kutlama yapıp da, bu boktan olayı kutluyor gibi olmayayım" dedi.
ben arada  telefonla arayıp hazırlıkları soruyordum, bir aksilik olursa mutlaka beni aramasını da söylüyordum, ama babaannem, o gün yaptığı organizasyon detaylarını anlatıyor, anlatırken de diğer eksikler aklına gelip, her şeyi kusursuz yapmasına sebep oluyordu.
tabii bunca heves karşısında bayramda kocam ve çocukların bir tatil yöresine gitmesi düşünülemezdi. hep birlikte bayramı ve babaaannemin 70.doğum gününü neşeyle kutlayacaktık. allah aşkına hangi sıkışık tepişik tatil bu tadı verir ki? belleklerimizden asla silinmeyecek bir doğumgünü kutlaması.
bayram sabahı eşim ve çocuklarla telaşla hazırlanırken telefonun zili çaldı. babaannemin eksik bir şey için aradığını düşünerek açtım, ama arayan bir polis memuruydu. balçova karakolundan arıyorum deyince şaşırdım. insan böyle bağlantı kuramadığı durumlarda dumur olur ya, bana da öyle oldu. acaba eşimin bir trafik suçu falan mı olmuştu. ama trafik suçunun karakolla ne alakası vardı?
ben böyle düşünürken polis memuru babaannemin ismini soyadını söyleyip torunu olup olmadığımı sordu. babaannemin öldüğünü, yaralandığını, evine hırsız girdiğini panik halinde beynimden geçirdim. "babaannem, babaannem iyi mi?" diye sorduğumda, "telaşlanmayın iyi, hiç bir şeyi yok" cevabını aldım.
hemen eşimle karakola gittik. babaannem sinir ve hayal kırıklığı ile oturmuş bizi bekliyordu. ne olduğunu sorduğumda, 30 gün süren ramazan süresince bir kere bile oruç tutmayan babaannemin kapısına sabah tam beş davulcu gelmiş. onca iş gücün arasında babaannem de bu arsız davulculardan dolayı sinirlenmiş, gelen en son davulcuya bir deste sahte doları alarak, zengin düğünlerindeki sonradan görmeler gibi desteyi sol avucunun içine yerleştirip, sağ eliyle tek tek davulcunun üzerine saydırmış. o da yetmemiş sabahtan beri kapı çalıp duran veletlere, balkona çıkıp sahte dolar işini aynı yöntemle saydırmış. 
davulcu bunak karı delirdi, paraları saçıyor deyip dolarları görünce saldırmış. çocuklara attığı dolarları mahallenin bakkalı, çiçekçisi de, artık o anda kim sokaktaysa saldırmış. ceplerine tomar tomar dolarları yerleştirirken bir de görmüşler ki, paralar sahte.
şimdi hepsi bir olup, babaannemi dolandırıcılıktan ve piyasaya sahte para sürdüğü için kamu davası açacaklarmış. 
babaannem polise ifadeyi verdi ve en sonunda şunları söyledi: sahte parayı piyasada satan değil ben suçlu oluyorum. yaşlı bir kadının ortalığa attığı paraları bunadığını düşünerek vicdanları sızlamadan alanlar değil, ben suçlu oluyorum. polis tabii ki babaannemin böyle bir olayda suçsuz olduğunu, ifadeyi  almamış varsayacağını söyleyerek mahalleliyi "yürrrüüüüü beeee, işiniz mi yok, parazitler" dedi.
eve geldik. sonra babaannemin arkadaşları gelmeye başladı. yemeğimizi yedikten sonra, Ajda'nın şarkılarıyla dans ettik. doğum gününün sonunda hiç bir arkadaşının anlamadığı şekilde babaannem balkona çıkıp, mahallelinin duyacağı şekilde cimcim dal dal, cimdal cimdal diye üç kez bağırdı. ama mahalleli mesajı almıştı. ha dokunur muydu, orası ayrı konu. galiba arkadaşları bu durumu babaannemin galatasaraylı oluşuna verdi...
Herkese iyi bayramlar...

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Solucan Deliğinden bakmak


Orhan Pamuk'un reklam sloganı gibi olan, roman giriş cümlesi "bir kitap okudum ve hayatım değişti" cümlesi biraz ağır kaçsa da, gün içinde okuduğum bir kitapta, yazar hayata karşı şöyle bir mantık geliştirmiş; bundan yüzlerce yıl sonrasını düşün ya da ilk çağ zamanlarını bugünkü sorunun yüzlerce yıl sonra ya da yüzlerce yıl önce hala geçerliyse evet o sorundur. Ama ölüm, sorundan ziyade çaresizliktir. Hastalıktır, kayıptır, birini zamansız nereye olduğunu pek de bilmediğimiz bir aleme göndermektir.
Evet bunlar gelecekte, geçmişte ve tabii ki şimdi de insanın acziyetidir.

Bunların dışındakiler hep yaşadığımız anda üretilen çaresiz olduğunu düşündüğümüz ama hep çaresi olan ya da insanın kendi hayatı içinde bile 5-10 sene sonrasında hiç önemi kalmayan sorunlar. -Belki daha kısa süre-

Hele artık aşk acısını hiç anlamıyorum.  Aşkın insanın kendine karşı sevgisinin diğer insan tarafından onaylanması yani yine kendisini sevmesi ve sevilmenin verdiği haz olarak düşünüyorum. Tabii  sizi her sevene karşı siz de aşık olmuyorsunuz artık beyinde ne türden bi şeyler oluyorsa birine karşı, inanılmaz duygular besliyorsunuz. Tabii bu inanılmazlık durumu daha çok gençlik döneminde olduğundan, olgunluk döneminde yerini huzura, güvene ve tabii maddeye de bırakabiliyor. 
Gençlikte yaşanan aşk da, aşkın kendisine aşık olma durumu. Karşınızdaki insan çoğu zaman özne değil, nesne. Yani sizin o duruma odaklanmanız için bi araç.

Buluttan buluta zıplayıp dururken, aşık olduğunuz kişi sizi bazen sizi bungee jumping yaptırdığı gibi bazen de paraşütle indiriyor. Tabii siz de aynı durumu karşı tarafa yapıyorsunuz.

Bi bakıyorsunuz aşık olduğunuz kişiyi yıllar sonra gördüğünüzde "nee, poffzz, hadiii beee, bu muuu" deyip ben nasıl oldu da acı çektim diyebildiğiniz gibi o günlerdeki kendinize yabancılaşabiliyorsunuz.

Yine de belki  herkesin o acıdan geçmesi lazım. 

Ama şu yeryüzünde her şey ama her şeyin geçici olduğunu da öğreniyorsunuz. Sadece aşk meşk durumları değil hiç bir şey için elden geldiğince  üzülmemek gerek. 
Bazen Morgan Freeman'la solucan deliğinden bakmaya çalışıyorum, uzay o kadar derin ve anlaşılmaz ki, herşey bizden ibaret olmaz deyip, yaz gecelerinde çocukluğumdan beri yıldızlara bakmak bana inanılmaz bir boşluk duygusu ama yıldızların parlaması da huzur veriyor.

Not: Uzun zamandır yoktum. Bu yazı bugün okuduğum bir kitaptan çıktı. Yazmak için küçük bir başlangıç da oldu... ee iyi de oldu galiba...





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...