26 Haziran 2011 Pazar

İtalyan komşularımız


Hadi bakalımmm. Evde misiniz nerdesiniz? Bilmiyorum nerde olduğunuzu, fakat evde olduğunuzu varsayıyorum ve şu önermeyi  sunuyorum. Önce gözlerinizi kapatıp, kulaklarınızı kabartın. Ne gibi sesler duyuyorsunuz?
Ben: Gözlerimi kapadım,  kulağımı  kabarttım. Tarrrrrrr, torrrr –matkap sesi- horrrkkkk hoooo – egzos sesi- viyakkkk, ciyakkk bebek sesi. Maaauvvvvv  azmış kedi sesi- takır tukur takır tukur alt kattaki kadının mutfak aletleri ile savaşının sesi.
Bi de üstüne üstlük benim odanın karşısındaki apartmana İtalyanlar taşınmış. Ben bunları önce Türk sandım. Öğrenci gibi bişeyler. Çocuk salona bilgisayarı kurmuş, habire çataçataçata yazıyor. Artık bilmiyorum adam yazar mı, blogçu mu, facebookçu mu, twittercı mı,  ne? Arada bir de yazarken bilgisayara gülüyor falan.
Bütün bunlar beni ilgilendirmiyor.
Da…  da gecenin bi yarısı kalkıp, momentoooo, momentoooo diye bağıra bağıra avazları çıktığınca takır tukur mutfakta yemek yapıyorlar sanıyorum. Ne o öyle gece yarısı sahura kalkar gibi anlamadım.
Birdenbire uykunun arasında insan Ferzan Özpetek’in platosunda gibi hissediyor kendisini.
Gecenin sesiizliğinde,  o bağırarak konuşmaları yok mu delirtiyor insanı.
Bilmiyorum ki Sicilyalı mı, Toscanolu mu, Bolognalı mı? Bana ne nerelilerse de, bütün bu soruları bana Şerafettin Amca geçen hafta sordu?
Şerafettin Amca evde oturmaktan balataları ha sıyırdım ha sıyıracağım ince çizgisinde gezinen emekli bi astsubay amcamız.
Sevgili karısı Sühendan Teyze beni ne zaman görse Şerafettin’Amca’dan dert yanıyor. Ben “hıı hııı evet evet karı koca arasında olur böyle şeyler, aaa ama gül goncası tazeleiğinde yuvanızı var. N’apcan Sühendan Teyzecim, idare ediver gitsin. Bak ne güzel anlaşıyorsunuz falan deyip vın vınlıyorum.” O da bana “ööööle kızım n’apcan, zaten benimki de astropoza girmiş, bütün bunlar ondanmış” diyor. Ben püfkürmemek için kendimi zor tutarak “he he heee, ööle  Sühendan Teyzecim, bu insanoğlunun yazgısı, hormonlar diyorum bi varrr, bi yokkk.” “heee” diyor. Ve ben bu sıkıcı muhabbetten sonra alıp başımı yelkovan kuşları özgürlüğüyle bizim kata uçuyorum. “ohhh alllamm yaa, sana şükürler, sana şükrüler olsun” deyip. Bi daha en az on beş gün boyunca merdivenlerde karşılaşmamayı diliyoruım
Tamam şimdi size komşularımızdan İtalyanları ve balatalarla uğraşan   karı kocayı  tanıttım.
Gelelim dün geceye.:
Dün gece benim uykum yoktu. Elimde de süpersonik bi roman var.İşte o romanın içinde gezerken, İtalyanlar gene gece yarısı yemek yapmaya katlılar. Aman bi konuşmak bi konuşmak, allamm bi çene vermiş uzata uzata  koca sesleriyle insanın içine fenalık getiriyorlar. Bereket uyanıksın dedi içsesim. Ben içsesimi onaylarken Sühendan Teyzelerin balkonundan Şerafettin Amca böğürerek bağırıyor. Lannnnn susun lannn, lime diğiiiyommm. Bu arada Şerafettin Amca iyi içimiş. Konuşması iyi kayıyor. Ben “eyvahhh diyerek balkona koştum. Tabii diğer komşular da çıkmış. İtalyanlar hariç herkes olaya uyanmış, İtalyanlar kendi alemlerinde. Habire momentoo çekerek makarna pişiryorlar. Biri sarımsak dövüyo, diğeri şangırt şungurt sesler çıkararak süzgeci çıkarıyor. Valla inanın  bana bunların mutfak araç ve gereçleri bile İtalyanlar gibi gürültücü.
Neyse Şerafettin Amca körkütük sarhoş. Zavallı Sühendan teyze, “yapma Şerafettinbey, etme onlar genç, sabah olsun, komşuları da şahit yazdırıp, zabıtaya haber veririz” diyor. Ben Şerafettin Amca’nın elindeki beylik tabancasını görünce “hinnnkkk” korktum tabii tüm komşularımız gibi.
Başladı diğer komşular “heyyyy İtalyanooo hopp baksana kardeşim, hop dedik, ne bu gürültü lannn, kimisi terlik atıyor bunların balkona. Neyse bunlar duruma uyandılar.şaşkın gözlerle bize mi diyorlar? Haa size deyip bağırıyor, millet.
Şerafettin Amca’nın elindeki silahı gösterdiler. Aman bunlar bi kork, bi kork, hemen yere attılkar kendilerini.
Şerafettin Amca bunları bööle görünce daha bi güven geldi. Karnını içine çekip, göğsne şişrerek “lannn bana bakın lannn alkolün bana vermiş olduğu yetkiye dayanarakkkk, sizi zımbalarım lannn” dedi.
Bütün komşular “aman Şerafettin Amca yapma, bak adamlar nası korktular artık bunlar evden taşınana  kadar bu korku onlara yeer. Sen büyüksün. Büyüklüğünü göster. dedik. Sedef Abla var. O başladı Şerafettin Amca sen bitanesin, sen bi numarasın, Şerafettin Amca var mı sen gibisi, alemin kralısın diye rap tarzı şarkı söylemeye. Bizde arada o yeaaa Şerafettin bi numara, görmedi böylesini mahalle diye nakarat yaptık.
Allamm Şerafettin Amca’yı bu sabahtan itibaren  görmelisiniz. Bi güvenli gür gürül gürlüyor ki sesi. Bu sefer de İtalyanlar sustu, Şerafettin Amca başladı.
Yarın o susar, İtalyanlar başlar. Allamm her şey böyle bi sarmal mı?



11 Haziran 2011 Cumartesi

Semiha Hanım ve -m eki


Üstte gördüğünüz, ak çamaşırlarını seren hatun, Pelin’in ananesi Semiha Hanım. 
Semiha Hanım, temizliğine temiz, marifetliliğine marifetliydi. Fakat bu durum, kocası Fahir Bey tarafından takdir edilmiyordu. Fahir Bey, zamparanın önde at koşturanıydı. Oysa ki Semiha Hanım, kocasını, çocuklarını sahiplenmek istiyordu. Ne kocası ne de çocukları böyle bi şeye izin vermediler.
Kocası bütün gün çalıştığı dairedeki kadınlarla fıştırıyordu. - Yuvarlak mimariye sahip bina olduğu için mi, yoksa daireye gelen vatandaşları, memurlar dolap beygiri gibi döndürdükleri için mi, "daire" denmiş? Bilmiyorum. Allahaşkına gidin başımdan, çok soru soruyorsunuz.- Gelelim Semiha Hanım'a; Semiha Hanım salak değildi elbette ama yuvasının devamlılığını korumak için salağa yatmak zorundaydı.
Her şeyi kısa kısa geçeceğim. Çocuklardan bahsedelim: Can ve Canan’dı isimleri. Can kendi aleminde, annesinin sevgi pıtırcığı ve oğlum tavırlarını çekmiyordu, çekemiyordu. Kitapların, dergilerin arasına boğulmuş, kendi dünyasında yaşıyordu. Her şeyden önce aile kavramını pek iplemiyordu. Bireysel bi insandı.
Canan’sa babasına çekmişti anlaşılan. İşi gücü yakışıklı erkeklerdi. Erkek arkadaşın biri gelip, biri giderken en sonunda Yavuz'da karar kıldı. Yuvasını yaptı dişi kuş misali. İşte Pelin’de 1978 yılının karlı bi kış gününde dünyaya geldi.
Ne ki anlatacağım, sadece Semiha Hanım ve Pelin. Anane torun ikisinin de ortak özellikleri, evdeki eşyaları kişiselleştirip sahiplenmeleriydi. Bankada çalışan Canan’ın, Pelin’i annesine bırakmasından dolayı Pelin'in, ananesinden etkilenmiş olduğunu düşünüyoruz. 
Semiha Hanım, 1978 yılına kadar sahiplenecek bi şey bulamayınca, bu sefer evdeki şekeri, tuzu, deterjanı, mobilyaları, radyoyu, televizyonu, telefonu sahiplenmeye başladı. Deterjandan bahsederken “benim deterjanım en iyisidir, radyom en iyi markadır, benim avizem kristal, tuzum bitmiş “akşama gelirken unutma tuzumu getir Fahir Bey” derdi. Evet kocasına da Bey derdi. Aralarında ast üst ilişkisi vardı sanırım. Ben öyle gözlemledim. Çok hiyerarşik ve traşik bi evlilikti onlarınki. 
1968 yılından 1978 yılına kadar bu sahiplenme sürdü gitti. Ta ki Pelin doğana kadar. Pelin doğunca, o’nu sahiplendi. Sahiplenmeden duramıyordu artık. Bu anormal durum onda tutkudan öte, normal bi hal durumunu almıştı. Pelin konuşmaya başlayınca, kelimelerin sonuna –m eki eklenerek konuşulduğunu sanıyordu doğal olarak.
Okula gidip de yazı dilinde –m ekinin olmadığını görünce baya bi boşluğa düştü. Sonunda pes etmedi. – m ekini yine hayatına soktu. Evdeki malzemelerden bahsederken, tereyağım, zeytinyağım,  bulgurum, pirincim diyen bi kadın oldu evlendiğinde.
Sonra böyle bi klan haline geldiler bunlar. Şimdi baya bi "evdeki malzemeleri sahiplenerek konuşan kadınlar derneği" üyeleri var. Hepsinin ele başı Semiha Hanım’dır. Gizli gizli örgütledi, kadınları böyle konuşarak.
Yok ya, her şeyin başı Fahir Bey’dir.. Her şey onun yüzünden kaynaklandı, Bi de Can yüzünden…. 

5 Haziran 2011 Pazar

Uyanmanın hiç mi hiç, ama hiç sonu yok



Sizin de başınıza gelir mutlaka; uykuyla uyanıklık arasındaki renkli koridorda dönüp dururken, birden bire hiç aklınızda olmayan bir şey gelir. Bugün benim uykuyla uyanıklığın, o muhteşem koridorunda, beynimin sandık odasında kapalı kalmış bi an geldi. Çok kısa bi an… Annemin, ablama yıllar önce diktiği, pembeli, lacivertli desenli eteği ve bluzu geldi. Nerden çıktı bu görüntü? Bilinmez. Üstelik aklımın ucundan bile geçmemişti.  Bu şok ile gözlerimi açtığımda senelerden beri yattığım oda yabancı geldi. Tanımayan gözlerle şifonyere, gardıroba, penyelerin durduğu dolaba, duvarlara, duvardaki objelere baktım, ben kimim, nerdeyim, soruları eşliğinde. En çok da nerdeyim? Bu eşyaları yavaş yavaş tanıyınca, deminki an uzaklaştı. Yine bu zamana ikibinyedi yılının, haziran ayının onuncu gününe döndüm işte. Aslında o zamanda kalsam ne kadar iyi olurdu. Ama yine de, zaman zaman,  beynim bana sürprizler yaparak beni o günlere seyahat ettiriyor. Zamanda yolculuk denen şey, belki de budur. Bir oraya, bir buraya ışınlanıyorum.

Beynim ara sıra bana  böyle sürprizler yaparsan çok sevinirim…
Beynimize bi çip takılsa ve o renkli koridordaki an’lar kaydedilse, neler çıkar ortaya. Bazen çok güzel cümleler, paragraflar su gibi akıyor, görüntüler üst üste biniyor. Uyuyorsun fakat uyanıksın da, rüya gördüğünün de farkındasın. Her seferinde, sonra kalkınca yazarım desen de, uçup gidiyor. Bazen kalanlar da oluyor hayal meyal. Ve mutluluk.

…diye yazmışım ikibinyedi yılında. Henüz internet bağlantım yoktu ve yazıyordum aklıma estikçe.

***

Bugün ikibinonbir yılının, beş haziranı: Biraz önce okuduğum, Hasan Ali Toptaş’ın, “Uykunun Doğusunda” kitabındaki bi paragrafta, ikibinyedi yılında yaptığım zamanda yolculuğumu anlattığım paragraf  kısmen örtüştü. Üstelik bunu da tesadüfen öğrendim. Biraz kitap okuduktan sonra, word açıp, pazar günü rehavetiyle eski defterleri karıştırdım. 

***

Hatta, böyle zamanlarda yastığın hizasından eşyalara doğru bakarken, çoğu kez, insan herhalde uykudan kalkınca hemen uyanamıyor da, bir şeyleri gördükçe, o gördüğü şeyler kadar parça parça uyanıyor, diye düşünüyordum. Masayı görmüşse masa, kitapları görmüşse kitaplar, giysileri görmüşse giysiler, duvarları görmüşse duvarlar kadar uyanıyor diyordum söz gelimi. Bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum. Ardından da olaya bir açıdan bakıldığından, var olan her şeyi asla aynı anda göremeyeceğimize göre, demek ki uyanmanın hiç, ama hiç mi hiç sonu yok, diyordum.”

Ve bugün beş haziran ikibinonbir…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...