5 Haziran 2011 Pazar

Uyanmanın hiç mi hiç, ama hiç sonu yok



Sizin de başınıza gelir mutlaka; uykuyla uyanıklık arasındaki renkli koridorda dönüp dururken, birden bire hiç aklınızda olmayan bir şey gelir. Bugün benim uykuyla uyanıklığın, o muhteşem koridorunda, beynimin sandık odasında kapalı kalmış bi an geldi. Çok kısa bi an… Annemin, ablama yıllar önce diktiği, pembeli, lacivertli desenli eteği ve bluzu geldi. Nerden çıktı bu görüntü? Bilinmez. Üstelik aklımın ucundan bile geçmemişti.  Bu şok ile gözlerimi açtığımda senelerden beri yattığım oda yabancı geldi. Tanımayan gözlerle şifonyere, gardıroba, penyelerin durduğu dolaba, duvarlara, duvardaki objelere baktım, ben kimim, nerdeyim, soruları eşliğinde. En çok da nerdeyim? Bu eşyaları yavaş yavaş tanıyınca, deminki an uzaklaştı. Yine bu zamana ikibinyedi yılının, haziran ayının onuncu gününe döndüm işte. Aslında o zamanda kalsam ne kadar iyi olurdu. Ama yine de, zaman zaman,  beynim bana sürprizler yaparak beni o günlere seyahat ettiriyor. Zamanda yolculuk denen şey, belki de budur. Bir oraya, bir buraya ışınlanıyorum.

Beynim ara sıra bana  böyle sürprizler yaparsan çok sevinirim…
Beynimize bi çip takılsa ve o renkli koridordaki an’lar kaydedilse, neler çıkar ortaya. Bazen çok güzel cümleler, paragraflar su gibi akıyor, görüntüler üst üste biniyor. Uyuyorsun fakat uyanıksın da, rüya gördüğünün de farkındasın. Her seferinde, sonra kalkınca yazarım desen de, uçup gidiyor. Bazen kalanlar da oluyor hayal meyal. Ve mutluluk.

…diye yazmışım ikibinyedi yılında. Henüz internet bağlantım yoktu ve yazıyordum aklıma estikçe.

***

Bugün ikibinonbir yılının, beş haziranı: Biraz önce okuduğum, Hasan Ali Toptaş’ın, “Uykunun Doğusunda” kitabındaki bi paragrafta, ikibinyedi yılında yaptığım zamanda yolculuğumu anlattığım paragraf  kısmen örtüştü. Üstelik bunu da tesadüfen öğrendim. Biraz kitap okuduktan sonra, word açıp, pazar günü rehavetiyle eski defterleri karıştırdım. 

***

Hatta, böyle zamanlarda yastığın hizasından eşyalara doğru bakarken, çoğu kez, insan herhalde uykudan kalkınca hemen uyanamıyor da, bir şeyleri gördükçe, o gördüğü şeyler kadar parça parça uyanıyor, diye düşünüyordum. Masayı görmüşse masa, kitapları görmüşse kitaplar, giysileri görmüşse giysiler, duvarları görmüşse duvarlar kadar uyanıyor diyordum söz gelimi. Bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum. Ardından da olaya bir açıdan bakıldığından, var olan her şeyi asla aynı anda göremeyeceğimize göre, demek ki uyanmanın hiç, ama hiç mi hiç sonu yok, diyordum.”

Ve bugün beş haziran ikibinonbir…

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...