Bugün
güzel bi poyraz var. Nasıl hoşuma gidiyor. Yaz mevsiminin
başlaması da hoşuma gidiyor ama o hain sıcaklar aklıma gelince
korkuyorum. Sıcaktan korkar oldum, bayılıp bayılıp uyaya
kalmalardan. Sürekli su isteği.
Korku
deyince psikeartın korku konulu sayısını okuyorum. Korkmak hem
iyi, hem kötü. İnsanı koruyan bir durum. Korkağım diye
kendinizi suçlamayın.
Eee
en kutsal korku da, ölüm korkusu. Sanırım çocukluk çağının
güzelliğinden biri de, belli bir yaşa kadar ölüm nedir bilmeyip, duysan da bi türlü algılayamama durumu. Algıladığın an zıçmaya
başlıyorsun. Ama bazen de ölmek istiyorsun be Vereniko. Ne bileyim
hayatta ölmek istiyorum diye kendi kendine trip atmamış insan var
mıdır? Bence yoktur. Trip atmayanlar sahiden gerçekleştiriyor.
Epikürüs “ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum korkmayın
be kardeşlerim” demiş. İyi demiş. Yani şimdi bunu yazıyorum
diye ölüm korkusu dört bir yanımı kuşatmış değil, sadece
okuduklarımdan aklımda kaldı da ondan yazıyorum. Yaşamını
normal olarak sürdüren her insan gibi ölümün çok uzak bir
gelecekte olacağını düşünüyor insan evladı. Bu da bir savunma
biçimi.
Sabah
sabah dışarı çıkmıştım. Sabah dışarı çıkmak güzel
oluyor. Sanki taze ekmeğin kokusunu çekerek yemek gibi. Her yer
sessiz, dükkanlar yeni açılıyor, insanlar yeni ayılıyor. Henüz
hırtlaşmamış bir ruh halinde oluyorlar. Böyle kaygısız İsmail
gibi.
Bir
apartmanın sıvasını yapmak için iskele kuruyorlardı. Dedim ya,
sabahın erken saatleri diye. İşçiler o demir boruları lego gibi
kurarken, nasıl bam güm yerlere atıyorlar, hiççç sabahmış,
sessizmiş, uyuyan, hasta, çocuk olurmuş. Yok yok umrunda değil
işte.
Alt
kattan bir kadın çıktı saç baş dağınık. Belli ki yataktan
zıplamış. Kadın işçilere açtı ağzını yumdu gözünü. Yok, edeblice “bana bak kardeşim, burda uyuyoruz ne düşüncesizsiniz,
biraz yavaş olsanıza” falan yüksek sesli bağırma değildi.
Küfürleri nasıl sıraladı, isim ve soyadıyla. Baya baya iyi
yedirdi bunlara. İşçiler nasıl sustular, normalde düşünürsün
değil mi, kadına bağıracaklar. Yookkk, tam tersine kuzu gibi
oldular. O demirleri yere pamuk gibi koydular namussuzlar. Şu
ömrümde anladım ki erkekler saldırgan kadın görünce tırsak
oluyorlar. Tam hakkını vereceksin. Nasıl kaçacaklarını
şaşırıyorlar. Yani o küfürler çok galiz olsa da, kadına helal
olsun dedim. Dinsizin hakkından imansız gelir.
Sait
Abi'yi okuyorum geceleri. Kimbilir kaçıncı okuyuşum. Her okuyuşumda farklı bir şeyler okuyorum. Sait abimin anarşist
olduğuna karar verdim. Hem de ne anarşist biliyor musunuz?:
kendisini anarşist sınıfına koymayacak denli anarşist. Herşeyi
reddederek hiç bir sınıfa dahil olmayan anarşist. Trt Türk de
kışın Mehmet Altan onu ve onun çemberinde Burgazada'yı anlatmıştı. O zaman
kapalıydı evi. Sadece insanı anlatan canım öykücüm, bir
hikayesi yüzünden mahkemeye verilmiş halkı askerlikten soğutuyor
diye. Hangi öyküsüydü, unuttum valla. Ne çabuk unutuyorum, sinir
oluyorum. Hah hatırladım, Semaver isimli öykü kitabından bir
öykü.
Burgaz'da
bir ya da iki yaz kalmışlığımız var. Küçüktüm, gene
unuttum. Büyüdüm gene unutuyorum. Galiba en sonunda bunuyacam ben.
Ordaki fotoğraflarıma bakıyorum da, vay beee diyorum, bu sen
misin? Yine psikeart dergisine gelcem. Orda diyor ki, çocukluğunuz
geçmişte kalmadı. O sizi bu hale getirdi ve siz ondan asla
kopmadınız. Yaa lütfen “içindeki çocuğu çıkart” muhabbeti
bitsin, ne biçim bir geyik bu. Çocuk ruhluysam çocuk gibiyimdir,
değilsem olgun insan. Kaldı ki çocukken bile olgun davranan
çocuklar görmüşümdür. Bereket ben hep çocuk ruhluyum.
Seviyorum bu huyumu.
Zorba'yı
nihayet okudum. Nasıl diyecek olursanız mükemmel ötesi derim.
Yazmaya yelteniyorum, nasıl yazarım, nasıl anlatırım ben bunu,
deyip kendimi çekiyorum.
Ama
şunu söyleyiyim ki Kazancakis sanki A.Quin görmüş de öyle
yazmış. Farklı coğrafyada, farklı zamanlarda doğmuşlar
birbirlerini hiç görmemişler. Daha önce filmini izlemiştim.
Kitabı okuyunca, amannn nasıl bir şey bu adam nasıl böyle rol
yapmış dedim. Ve hatta Zorba'nın bölümlerini Quin'in sesiyle
okudum. Tabii burda onu kim seslendirdiyse mükemmel olmuş. Okurken
çiz, çiz çiz.
Gittim
işin magazinsel boyutuna da baktım. Aslında bu tesadüfen oldu.
Vikipedia dan bakarken, Quin'in on üç çocuğu olduğunu öğrendim.
Bunların bir çoğu evlilik dışı ilişkilerinden. Adamı takdir
ettim. Çocuklarını doğmaması için sevgililerinin üzerinde baskı
kurmamış ve onlara sahip çıkmış. Şimdi bizim ülkedeki bazı
şarkıcı markıcı takımının takındığı çocukları kabul
etmeme durumu karşısında bravo dedim. Adamın karakteri de
fotolarına bakınca "iyi be bu abi" dedittiriyor, iyi olmasa o kadar
güzel Zorba olur muydu?
Sevgili
günlük, -bu yazı günlük formatında oldu galiba.- Evet, öyle
oldu. İyi de oldu. Bu kadar yeter, çok çenem açıldı.
Hadi
eyvallahınız.