-Ahmet Arif Eken.blogspot.com-
Son
zamanlarda bir çok insanın, şehri terk edip bir köyde, tek katlı
müstakil bir evde yaşama isteğiyle dolu olduğunu gözlemliyorum.
Şehrin karmaşası, trafik, kuralsızlıklar, insanların
bencilliği, magandalığı, yasaların sözde var ama olmadığı
durumlar insanı çaresiz bırakıyor.
Şehir,
şehir nereye kadar. Ne verdi sana bu şehir? İyi bir eğitim imkanı
almak mı? Evet, belki iyi bir okulda, üniversitede okumuş
olabilirsin ve hatta iş yaşamında çok zor ya da karşılığında
kendinden büyük fedakarlıklarda bulunarak büyük başarılar
(neyse) elde etmiş olabilirsin.
Eeee?
Sonuç ne oluyor?
Yaşamadığın
sadece nefes aldığın yıllar. Sonra bütün o en yenisinden her
şeye sahip olduktan sonra bir tatminsizliktir almış başını
gidiyor.
İş
yaşamında büyük başarılar elde etmedin belki çoğunluk gibi.
Sıradan bir işte, sıradan bir şekilde emekli oldun. Ne
yapıyorsun şehirde?
Şöyle
bir durum da var ki; Türkiye toplumu bireysel değil cemaat toplumu
olduğundan bir zamanlar “Bizimkiler” dizisinde olduğu gibi
bütün arızalar birbirini bulur halde apartmanlarda komşuluk adı
altında birbirini bir kıskanmadır, sidik yarışıdır almış
başını gidiyor. Muhatab olmadığın boktan bir karakter sinirini
epey bozuyor.
Temiz
aile kasabı...
M.Ö
(market öncesi) zamanlarda Aile Kasapları vardı yaşınız çok da
genç olmayan bir okuyansanız. İlla ki duvarında masalsı bir
kopya tablonun asılı olduğu, varaklı çerçevede küçük bir dağ
evi, önünden akan dere ve evin arkasında bir dağın olduğu.
Kırmızı, mor çiçeklerin kıyma makinasının önüne konulduğu,
sahte sevimliliğin empoze edildiği mekanlar.
Şehir
denen bu vahşi ormanda birbirimizi parçalara ayırmış, kesip
kesip yiyoruz.
İç organlarını çıkarıp, Temiz Aile Kasabının
tertemiz camekanların arkasında satışa sunuyoruz. Ufacık bir yağ
parçasını dahi, kapısında bekleyen, minicik canı olan kedilere
vermekten imtina edip, tekmelerle kovuyoruz.
Temiz
Aile Kasabı karısını, kızını namus adı altında dövüyor,
katlediyor. Ve sonra cezasız kalıyor kasap. Temiz Aile Kasabı
kadına durmadan parmağını sallayarak ültimaton veriyor.
Giyimine, gezmesine, yaşam tarzına müdahale ediyor.
Aramızda
kasaplık yapanlar genel nüfusa oranla az. Ama bütün hayvanları
(insanları) kesmeye, parça parça doğramaya, kıyma makinasından
geçirmeye yetiyor bu.
Şehir
yaşamından, kaosundan, kuralsızlığından ve en önemlisi kasabın
ellerinden kaçıp kurtulmak isteyenler; sizin seçtiğiniz etleri,
kasap parçalayıp kıyma makinasından geçirirken, farkında
olmadan seyre daldığınız o masalsı tablonun içine girip, orada
masalsı bir şekilde yaşamayı sürdürmek istiyor bir çoğumuz.
Kesmeden,
kesilmeden, kıymadan, kıyılmadan. Kuralsızlığınız sizin
olsun, biz doğanın içinde doğanın bir parçası olduğunu
unutmadan.
Şehirde
kalanlar ne yazık ki kasaplarla başbaşalar...
3 yorum:
Enfes bir yazı. Kaleminize, yüreğinize sağlık!
Not:Ben de şanslılardanım. Kent kaosundan kurtulup doğa ile iç içe kedimizle köpeğimizle, küçük bahçemle mutluyuz ailece.
Alışkanlık mı yoksa İstanbul'un hiç bir şehirde bulunmayan cazibesi mi çağırdı acaba? :) Desenize Küba bizim 70'li yıllar gibi olmuş. Para çok fazla sayılmazdı ama mal yoktu. Almancılardan gelen eşyalar ne değişik geliyordu. Çok teşekkür ederim efem :)
Ne kadar güzel. İnsan hayvanlara ve doğaya yakınlaştıkça insanlardan o denli uzaklaşıyor. Oysa doğanın bir parçası olmamıza rağmen. Doğanın parçası olduğumuzu şehir hayatında makinanın bir dişlisi olduğumuz unutturuyor belki de...
Yorum Gönder