8 Kasım 2011 Salı

Yavaşşehir Seferihisar'da bir bayram günü

Bugün Seferihisar'a gitmek için yola çıktığımızda hava bahardan kalma gibiydi. Yok! bu 'gibi' kelimesi fazla oldu. Gördüğünüz üzre gökyüzü masmaviydi. Güneş Ege'yi ne yaz ne de kış ayında terk ediyor. Bayram dolayısıyla oldukça kalabalık olan otoyolda ve duble yolda keyifli bir halde  araba kullandığımı söyleyemeyeceğim.


Duble yolda ne ararsan vardı. Gidiş yolunda benzinciden çıkıp, ters yönde -üstümüze üstümüze- güya sağdan araba kullananlar, sağ şeritte diye iyice ağır aksak hani, otuz kilometre diyebileceğim hızda ilerleyenler, durmadan makas atanlar, her türlüsü vardı. Her zaman iyi gelen yol, bu sefer bitse de kurtulsam diyeceğim hale geldi.  


Bereket Seferihisar kavşağından saptığınızda Sığacık yolu güzel de, mandalina ağaçları ve sonbaharın tüm renkleriyle boyadığı doğa insana ilaç gibi geliyor. Tabii otoyol çıkışından Sığacık sapağına kadar olan güzergâh için bunu söyleyemeyeceğim. Oldukça sıkıcı, sıkıcılıktan da öte yozlaşmış bir arazi var. Köyde ne arıyor dedirten çirkin apartmanlar, kitch siteler etrafı kaplamış. 
Evet tamam havadan ve bayramdan faydalanıp, güzel bir gün geçirmek için yola çıktık. Güzel şeylerden bahsetmek gerekse de, bu tür çirkin şeyleri yazmadan geçemiyorum. Gözüme batıyor, ne yapayım? Yan tarafta gördüğünüz mekân Sığacık yolunda. Yazın açılan gözlemecilerden. Buraların salaş durduğuna bakmayın, nefis otlu peynirli gözlemeler yaparlar. Bu mevsimde ise mandalina satıyorlar.
Şu tepeyi görüyor musunuz? Ne kadar severim burayı. Bereket bu yol var. Magandaların yol açtığı stres gitti bile. Ama anlamıyorum, insan doğanın parçası olduğu halde, doğada duyduğumuz huzuru çoğu insanda bulamıyoruz. Tam tersine huzursuzluk kaynağı oluyorlar varlıklarıyla. Zaten doğayı da bozan, bu huzursuz saldırgan insanlar değil mi?

İnanılmaz bir şey bu bu yolda her türlü bitki örtüsüne rastlayabiliyorsunuz. Sanıyorum burası sit alanı. Bu yüzden, kesip biçip, doğanın orta yerine Amerikenvari siteler kurulmuyor. Hoş evler var. Fakat bunlar çoğunlukla çok eskiden kalma doğayı bozmayacak, sadece insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik evler. Bir iki tane, girişi sütunlu Amerikan malikânelerinden de yok değil. Ben ''Allah Allah burası sit alanı değil mi, nasıl buraya bu malikâneler yapılır?'' dediğimde; ablam ''nasıl olacak, vermişlerdir parayı olmuştur. Bu kadar basit diyor.'' Bazen Türkiye'de yaşadığım halde bilinen gerçekleri bilip de, bilmez gibi sorular sorduğumda kendime kızıyorum!




Bereket Seferihisar'ın Tunç Soyer gibi bir belediye başkanı var da, burayı oldukça hareketlendirdi. Arabayı her zamanki yere park etmek için gittiğimizde, park yerinde artık koskocaman bir çay bahçesi olduğunu görüyoruz. Tekrar geriye dönüp park yeri aramaya başladığımızda, biraz geride, yan taraftaki çöp konteynerlerinin önüne park ediyorum. Evet, çöp konteynerlerinin önüne duvar örüp, odamsı bir hale getirmiş belediye. Boyamışlar falan. En azından konteynerler çirkin çirkin bir görüntü sergilemiyor.  



Sahile doğru yürümeye başladığımızda yanda gördüğünüz hediyelik eşya dükkanlarını görüyorum. Burası valla eskiden dutluktu diyeceğim gelse de, buraları dutluk mutluk değil, resmen mezbelelikti. En son 2010 yılında geldiğim halde, kısa zamanda yavaş şehre dair oldukça yol alındığının işareti olarak geliyor. Hem insanlara bir iş kapısı, hem de renk katmış.


 Üstelik yukarıdaki gibi meraklısına değişik ve özgün ürünler de vardı.




Hadi bakalımmm. Tekrar bir eleştiri. Bu fotoğrafı özellikle çektim. Bu gördüğünüz üzere karakola ait tabela. Fakat yeri orası olur mu? Tarihi kalenin üzerinde bu tabela. Bu bir şey değil! Evinin temelini kale olarak da yapanlar var. Ya benim bilgim eksik, ya da onlar doğrusunu biliyorlar! I:) 
Daha geçen seneye kadar arabayı park ettiğimiz atıl yer böyle güzel bir yere dönmüş. Tabii yavaş şehre her ne kadar araç girmediğini düşünsek de, arabalar girmemesi gereken yere büyük bir rahatlıkla giriyorlardı. Ben anlamıyorum, bu ne genişlik ve umarsızlık! Deniz kenarına gelmişsin, denizin dibine kadar arabayla giriyorsun. Ya nedir bu insanlardaki araba manyaklığı, bi anlamadım gitti. Ne yazık ki, bizim ülkede araba araç olarak değil amaç olarak kullanılıyor. Ne amacı mı? Hava atma amacı olarak, tabii. Kalk bir yürü, bacaklarını çalıştır, ciğerlerine oksijen yolla. Yokk olmaz ben manda kasamla yayıla yayıla gezeyim. Yaa insanlar aslında bir tek Türkiye'de böyle değil. Dünyanın her yerinde çoğu insan görgüsüzlükten haz alıyor. Fakat yurt dışında yaptırım ve cezalar fazla olduğundan, çocukluktan itibaren, bu kurallara uyuyorlar. Bu da bu kadar basit. Tunç Soyer'in araç konusunda daha hassas davranmasını beklerdim.


Ah evet işte pazar. Köyün pazarı, pazar günleri kuruluyor. Henüz gelemedim. Ama organik ürünler sattıklarını okumuştum gazetelerden. Umarım fiyatlar normaldir. Organik diye, fiyat da organik oluyor! Arka sokaklarda gezerken, pazar yerinde bazı kadınların evlerinin önüne, gözleme tezgahlarını çıkartıp, gözleme yaptıklarını gördüm. Onların fotoğraflarını tabii ki çekmedim. Çünkü gözleme yapıp satıyor diye kimseyi folklorik unsur, bir obje olarak görmüyorum. Yaşlı köy kadınına vazo gibi muamele yapılıp, beraber fotoğraf çektirmeler falan... bu bana oldukça saygısız geliyor. Haa ben de vakti zamanında bu hataya düşüp, fotoğraf çektirmişliğim vardı sevgili günlük! Arka sokaklarda  dolaşırken gözleme tezgahının önünde bir diyalog dikkatimi çekti. Kalabalık bir aile. Baba 'yiyin yiyin, alın alın, böyle insanlardan almak lazım' Heyy yarabbim heyy! Adam kadından iki gözleme almakla alemin kralı falan zannedip, aklınca kendini pek bir üstün sanıyor. He hee çok üstünsün sen, anladık!


Karnımız acıkınca, ki öğle vakti gittiğimizden hemen acıktı, yan tarafta gördüğünüz mekâna gittik. Karanlık görünen yer aslında aydınlıktı.:) Masaya oturup bekledik. ... ve biraz daha bekledik. Kimse gelmedi. Ben ''acaba, burası yavaş şehir diye, konsepte uygun olarak mekânlarda yavaş servis mi yapıyorlar?'' dedim. Kalktım hemen içeri baktım. Meğerse sahibi arkasını dönmüş, mandalina sıkıp duruyor. Biz beklesek bekleyeceğiz daha. Evet servis oldukça yavaş ve sinir tabii.
Ekmek içi sardalya söyledik. Sardalya ağır, yağlı bir balık olmasına ve bunu kızartmalarına rağmen çok hafif ve lezizdi. Hele balıkların üzerine sıktığımız ince kabuklu, bol sulu Seferihisar limonu şahaneydi. Fiyat makul gibi görünse de, içeceklerle beraber öyle olmuyor. 








Burası Seferihisar'ın yat limanı. Orayı bildiğimden beri vardır. 
Yan tarafta, sağda kayıkların arkasında görünen çok modern! bina, Sığacık'ın en meşhur balıkçısıdır. Tabii eskiden böyle değildi. Mekân salaş ve balıklar lezizdi.  Fiyatları da oldukça uygundu. Hani derler ya, balıkçı kasabasındaki, güzel balıkçı lokantası diye, aynen öyleydi işte. Şimdiyse Restaurant!!! olmuş. Hayyy senin modernliğine! İçeriye baktım, en baba köşeye protokol masası bile kurmuşlar. Sanki orduevi ya da polis evinin lokantasına dönmüş. Yazık! 






Yaa bakar mısınız? Var mı böyle bir şey? Ne varsa arka sokaklarda var. Böyle 70'leri hatırlatan bir yer gördüğümde, gerçekten de heyecanlanıyorum.:) 




Sanıyorum buranın en eski ve en bakımsız evi burasıdır. Kimbilir zamanında neler gördü, neler yaşadı? Kendi zamanından bugüne yorgun argın gelmiş. 
Burası da tam köy kahvesi. Genelde yaşlı insanlar var gibi düşünsem de, insanlar beden güzü ile güneş altında çalışmaktan yaşlı da görünebilirler diye düşünüyorum. 




Doğruyu söylemek gerekirse çoğu ev çok derme çatma. Ama bunca derme çatmalığa rağmen, bakımlı olup önüne çiçek ekenleri de vardı. Eline sağlık, her kimsen...
Bu dekorasyonu güzel olan yer hem arka sokakta, hem de dekorasyonu çok güzeldi. Oldukça da büyüktü. Sanıyorum pansiyon ya da butik otel. 
Hiç ummadığım anda bu güzel ev çıktı karşıma. Buranın holdingçisinin:)) evi galiba. Belli zengin evi. Tamam zengin evi falan da, hakkını vermeyelim ki güzel bir şekilde restore etmişler. Abartıya kaçmadan, bağırmadan...
Üstteki evin hemen sağ yanında da bu kemer vardı. Kalenin uzantısı olmalı. Bir kazı yapılsa neler çıkar. Gerçekten de medeniyetlerin beşiği Anadolu. Ve çoğu medeniyet tesadüfen ortaya çıkıyor.
Şu sarı evin mimarisi bana çok ilginç geldi. Sanki kesile kesile, azalmış bir peynir kalıbı gibi. ''Yarın sabaha peynir yeter mi? Yeter yeter! :)''




Burası da denize manzaralı kafeterya tarzı bir yerdi. Biz geçerken fasıl müziği vardı cd çalarda. Duvarları süslemeleri denizden. Çakıltaşları. 


Ah azizim, bizim çocukluğumuzda her mahallede bir arsa vardı. Çocuklar top oynardı. İŞte kalenin önünde, denize karşı futbol oynayan, elma yanaklı (vallahi) çocuklar...

İşte benim Sığacık'ta en sevdiğim yer. Bu açıdan denize bakmak, bana sonsuz bir özgürlük duygusu veriyor. Sanki birazdan kanatlanıp uçacak martı gibi. Ne düşündüğüm bile bilmeden uzun uzun bakıyorum burda, denize, dağlara...



Bu pansiyona on yıl kadar önce falan gelmiştik. Nasıl çirkindi ve doğal olarak nasıl da memnun kalmamıştık. Duvarları kirli beyaz, berbat bir yerdi. "Aman amannn, ıyyy" olmuştuk. Bakkk istenince oluyormuş değil mi? Böylesi daha çok para kazandırmaz mı bir işletmeye? Ne yapıyorsan, kendine yaparsın. Tamam mı? Lafımızı da uygun yere oturttuktan sonra aşağıdaki fotoğrafa bakalım, ne varmış?




İşteee!!! Kalenin dibinde diye bir türkü mü vardı ne? Ama o yar'dan, yavukludan bahsediyordu değil mi? Burda evler kalenin dibinde. Böyle şey olur mu yahu? Tarihi eserleri koruma diye bir şey yok mu? 




Evettt, geldik kalemizeee! Ve kalenin üzerinde fetih ruhuyla coşmuş Fatih'in torunları. Şimdilerde Muhteşem Yüzyıl dizisi de var ya, millet kaleye tırmanma ve fethetme ruhuyla dopdoluydu. Ihh ıhhhh diye herkes tırmanıp duruyordu.:)




Ne yazık ki bu da böyle bir gerçek. Su şişeleri, bilumum plastik eline ne gelirse milletin denize atmış. 
Hatta bu mevsimde karpuz bile vardı. Belediyede görevlisi bunu kepçeyle temizlesin diyeceğim ama bunları atan insanlara da ne diyeceğimi bilemiyorum. Her yeri büyük bir iştahla talan etmekte üstümüze yok. Yazık ya. Sonuçta sen görüyorsun bunları vatandaş. Kendine bu görüntüyü layık görüyor musun? İyi görüyorsa, gir içine o zaman!
Şu tepenin ardı Teos Antik kenti'ne gider. Ve Teos plajına. Antik kente de gittim ve fakat şu anda kentin tarihçesini anlatamıyacağım. Meraklısı netten bakabilir. Teos plajı sörfçüler için ideal. Yüzmek için ideal değil bu durumda. Her daim rüzgar ve kumsal da kumlar insanın yüzüne iğne iğne saplanır. Denizin dalgası da yüzmeyi pek olanaklı kılmaz. Fakat Alaçatı gibi uçuk fiyatlar olmadığından, züppegillerin dışındaki normal insanlar da burada pekala sörf yapabilir.


Canım yaaa. Bu güzel köpecik, oraya adım attığımız andan itibaren hep gördüm. Çok güzel ve sevimliydi. Baktım tasması da var. Burnu da ıslak. Büyük ihtimal sahipli ve oranın çocuğu. Dolaşıp dolaşıp akşam olduğunda evine gidiyor. Bizi de o uğurladı. Şanslı da geldi, fazla trafik magandasına rastlamadık.:)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...