Geçen gece TRT 2 de Refik Halid
Karay’ın romanını yazdığı, “Necla Nazır’ın” başrolde
olduğu “Yatık Emine” isimli filmi izledim. Necla Nazır’ın en güzel olduğu ve en güzel oynadığı bir
filmdi. İnanın kimi sahnelerde gözyaşlarıma engel olamadım. Aşk
filmi değildi. Toplumsal bir filmdi. İnsanların kendi mevcut
düzenlerini koruyabilmek için, asıl suçluyu değil, suçsuzun
üzerine nasıl çöktüğünü ve onu yok etmek için çabaladığı ve
tüm kasabanın toplu olarak nasıl bir katile dönüştüğünün
filmiydi.
Filmde Necla Nazır Ankara’da
fahişelik yaparak hayatını kazanan bir kadındır. Fakat Ankara’da
onun uğruna kavgalar çıkınca, vilayet tarafından ilçeye
sürülür. Aslında fahişe olma süreci de ilginçtir. Kendisini
çok beğenen bir adam tarafından kaçırılır. Adam bir süre
Emine ile beraber olduktan sonra “Emine’nin” deyişi ile hevesi
geçer ve bırakır. Artık Emine ne baba evine dönebilir ne de
yapabileceği bir iş vardır. Emine kader kurbanı masum bir
kadındır.
Kasabada, önce bir hapishaneye
yerleştirilse de, kimseye zararı olmadığı halde kadınların
hışmına uğrar ve oradan hastaneye yerleştirilir. Burada hastane
görevlisi Server ona çok yardımcı olur. Aslında aşık da
olmuştur. Onu fahişe diye aşağılamaz, onun rızası olmadan
hiçbir şey yapmaya kalkmaz. Emine’den hoşlanan biri daha vardır.
Teğmen Sabri; fakat teğmen işinde acemi, sorumsuz ve biraz da
acımasızdır.
Emine’yi hastaneden çıkartırlar ve
bir ailenin yanına yerleştirirler. Ailenin günlük işlerine
yardımcı olur. İşinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemektedir.
Evin hanımı da Emine’ye çok iyi davranmaktadır. Evin erkeğinin
de başlarda Emine’ye kötü bir niyeti yokken, çevresindeki
arkadaşları tarafından yavaş yavaş aklına girilir. Bir gün
Emine’yle zorla birlikte olmaya çalışır, evlerinin bahçesinde.
Evlerine gelen komşu kadınlarla bahçeye koşan evin hanımı
kocasına döveceği yerde, Emine suçluymuş gibi Emine’ye
saldırırlar ve döverler.
İşte asıl zorluk bu saatten sonra
başlar Emine için. Bütün kasaba tarafından dışlanır. Teğmen
Sabri’ye gittiğinde, ona ev tutuğunu kirasını ödeyeceğini ve
günde bir ekmek hakkını fırından almasını söyler.
Ev dediği kümesten beter bir yerdir.
Kadına, Server bir gün gelir ve onun bu halde burada kalamayacağını
anlayınca ona eşya, yatak yorgan, mutfak eşyaları getirir. Artık
o akşamdan sonra her gün yemek taşır. Fakat bu durumda belli bir
süre devam edecektir. Kasabada herkes bu durum hakkında dedikodu
yapmaya başlar. Emine’ye asıl gözünü dikmiş bir adam
Server’le kavga eder ve onun bu kasabadan gitmesine neden olur.
Server’de bir sürgündür artık. Sonunda Emine herkesten iş de istese
yardım da istese toplum tarafından dışlanır ve açlığa mahkum
edilir. En sonunda kadın açlıktan ölür.
Yazın da “Monica Belluci’nin”
oynadığı “Melena “ isimli filmi izlemiştim. Bu filmse ikinci
dünya yıllarında kocası askerde olan ve kasabada yalnız kalan,
hayatını terzilik yapmaya çalışarak kazanmaya çalışan bir
kadın. Fakat bu kadın herkesin bildiği üzere çok çokkk güzel
bir kadın. Bütün kasabanın erkekleri ona hayran ve bütün
kasabanın kadınları da ona düşman.. Fakat Melena bu kadar
hayran erkek arasından hiçbirine yüz vermiyor ve erkeklerinde kısa
zamanda düşmanlığını kazanıyor. Ona da iş istediği halde
kimse iş vermiyor ve açlığa mahkum ediyor. Hatta kadını
öldüresiye, yerlerde sürüyerek dövüyorlar.
İki farklı coğrafya, iki farklı
din, iki farklı toplum iki farklı kadın fakat insan psikolojisi
aynı olduğu sürece iki aynı son.
İki kadını da toplum dışlıyor.
İki toplumda da güzel ve yalnız kadın “aile” için tehdit
olarak algılanıyor. Kadınlar aslında kocalarının bu güzel
kadınlara bayıldığını bilseler de, bu kadınlar suçluymuş
gibi davranıp, mevcut düzenlerini korumak, rahatlarını bozmak
istemiyorlar. Ve iki kadının da çokkk güzelliği kadınları
rahatsız ediyor. Bütün bunlar birleşince katli mucip oluyor.
İşte dünyanın iki ayrı yerinden,
iki ayrı kadının aynı hikâyesi. Eminim ki bunun değişik
versiyonları günümüzde de halen sürmektedir. İnsanlar
yaşadıkça…
Not: Dün gazetede gördüğüm
bir haber şöyle: Bir adam(mı?) ineğe tecavüz ediyor ve töre
gereği inek öldürülüyor…
2008