Size hikayemi anlatacağım. Lütfen
bir sigara yakın, sigara içmiyorsanız kahvenizi ya da çayınızı
elinize alın. Arkanıza sıkıca yaslanın. Çünkü bu hikayeyi
herkese anlatmıyorum. Öyle insanlar var burada; sen sormadan
hikayesini anlatmaya başlayan ve o anlattı diye, sen de anlatmak
zorundaymışsın gibi: “eeee sen?” “Banane yaaa!
Anlatmasaydın. Ben mi anlat dedim. Anlatmak zorunda mıyım?"
"Ben burada bütün gün susup
oturuyorum. Nasıl geldim buralara diye. Belki beni hatırlayanınız
vardır. Geçtiğimiz günlerde ana haber bültenine çıktım. Hani
Manisa’daki genç kadın evlenmek istemediği sevgilisini dizinden
vurdu, diye. Vurdum. Bugün olsa gene vururum. Ben buralara nasıl
geldim? Artık kafam o kadar karışık ki! Ama bir yerden toparlamak
gerekiyor değil mi?
İyi o halde ben size önce ismimi
söyleyeyim. İsmim Fazile. Hıhh ne isim ama! Bu çağda bu isim.
Babam 'isminle övün, sana anamın ismini koydum' derdi. Sanki
çok güzelmiş gibi. Herkesin ismi Hülya, Begüm, Beyhan, Nalân,
Sema iken benim ismim böyle… Bu isim bile bizim kırsal kökenli
olduğumuzu haykırıyor gibi gelirdi, taaa ilkokul yıllarında.
Ben o grubun içindeydim. Yoksul, şehrin kenar semtlerinde oturan
grubun. Bizim isimlerimiz de böyle olurdu işte. Rabia, Adile, Fatma
v.s. Babam sıkardı beni. Hem de ne sıkmak? Kapıdan burnumu
çıkartmazdı. Anam da biran önce kısmeti çıksa da postalasak
diye bakardı. İlkokulu bitirdikten sonra evde ev işi yapmak,
küçük kardeşlerime bakmaktan başka hayatım yoktu.
Manisa: Manisa, hızla sanayi şehri
olmaya başladığı yıllardı. Evden kurtuluşumun tek yolu bir
fabrikaya girmekti. O zamanlar kolaydı fabrikaya girmek. Şimdiki
bir yüz bir ters takla atıp, amuda kalkmak da gerekmiyordu. Bizim
mahallede bi Asuman vardı. Deli Asuman. Önce o girdi işe. Bize
geldi, önce anneme anlattı. Nasıl para kazandığını anlattı.
İşi de zor değilmiş. Annemin gözleri parladı. Kardeşlerim de
büyümüştü artık. Zaten bütün gün sokakta toz toprağın
içindeydiler. Benim bi şey yaptığım yoktu onlara. Babamın da
aklına yattı. Evden bi boğaz hem eksilecek hem de para gelecek.
Girdim işe. İş hakikaten de zor
değildi. Eve de servis götürüp getiriyordu. Her şey o zaman oldu
işte. Çalışmaya başlamamın üzerinden altı ay geçmişti. Ben
otobüse yetişene kadar, koltuklar kapılıyordu. Bir baktım bana
özel yer ayrılmaya başlandı. Şöförün tam arka koltuğunda.
Teşekkür edip, oturuyordum. Önce dikiz aynasından beni hep
dikizledi, alçak. Bir süre sonra ben de boş kalmadım. Aslında
beğendiğim biri değildi, öyle ayı gibi bi şeydi. Ama insan
kendisine sürekli ilgi gösterilince ve başka da biri olmayınca
“koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi” diyor. O
da öyle oldu. Sonra yanındaki hostes koltuğunu ayırmaya başladı.
Derken laflamaya başladık. Yalnızdı. Annesiyle yaşıyormuş.
İşte klâsik hikaye, evlendik. Evlenmez olaydım. Nafile işte.
Bu ayı olmasa, başka ayı olacaktı. Öyle kibar beyler bizim
mahalleye uğramaz. Neyi bekleyeceksin ki?
Yine çalıştım. Kaynanam da
kaynanaydı haaa. Çocuğum doğdu. O baktı. Taaa ki kaynanam
hastalanana kadar. O hastalandığında çocuklar da büyümüştü.
Okula gidiyorlardı. Kaynanama bakmaktan başka işim yoktu. Canım
sıkılıyordu. Benim ayı da iyice içkiye düşmüştü. Bilirsiniz
işte, izbe pavyonlarda, turşusu çıkmış ya da yeni düşmüş
körpe kızlarla paraları yiyordu. O kadar yalnızdım ki…
Çocuklar zorla toplama bir bilgisayar
aldırttılar babalarına. İnternete giriyorlardı. Ben de onlardan
öğrendim. Geceleri ayı yokken, çocuklar uyurken ben de başladım
internete girmeye. Oooo neler yoktu ki. Ne yazsan çıkıyordu. Benim
de yalnızlık başıma vurmuş. Bir gece yarı merak yarı gırgır
olsun diye, erkek arkadaş yazdım. Arkadaşlık sitesi çıktı
karşıma.
İşte Hasan’ı oradan tanıdım.
Önce cam ekranın ardından konuştuk. Sonra buluşmak istedi. Be
aslında pek istedim mi? Evet ben de istedim, itiraf ediyorum.
Yaptığımın yanlış olduğunu bile bile gittim. O da Manisa’da
oturuyordu. Karısından ayrılmış. Sadece “pisliğin tekiydi”
diyordu da başka bir şey demiyordu. Niye pislikti? Doğrusu hiç
öğrenmek istemedim. Sonra bana sürekli ayrıl o adamdan ayrıl.
Sen daha iyi insanlara layıksın diyordu. Daha iyi… Yani.. Bana
evlenme teklif ediyordu. Çok da yakışıklıydı. Hani benim ayının
yanında. Bakımlıydı, yol yordam biliyordu. Lokantalara
gidiyorduk. Ben bunların hiçbirini yaşamamıştım ki…
Ayrıldım. Boşanma davasını
açtıktan üç ay sonra ayrıldım. Çocukları ayıya bıraktım mecburen. Nereye götürecektim ki? Kendim Kadın sığınma evine gittim.Yine de mutluydum. Hasan vardı, mücadele edecektik birlikte! Hasan’la buluştum. Hasan yan çizmeye başladı. Niye ayrıldın
dedi bana. Bunu kabul etmedim, edemedim, benim bildiğim Hasan bana bunu yapmazdı. Etki altında kalmış olabilirdi, korkuyor olabilirdi.
Hasan’ı
aradım tekrar. Seninle son kez konuşalım. Sadece konuşmak. İkna
ettim. Geldi.
Ondan önce bir silah edindim. Neden, bilmiyorum. İçgüdüsel miydi? Hasan'a güya hâlâ inanıyordum. Neyse! Zor
değil silah bulmak. Çok kolay hatta. Sormayın bana. Onu da uzun
uzun anlatmayayım. Kadınlardan korkacaksınız. Seven ve aldatılan
kadından korkacaksınız. Uzun uzun intikam planları yapar. Yaptım
da…
Kebapçı da konuşmaya başladık.
Baktım aynı. Hiç umurunda değil. Çocuklarımın hayatı altüst
oldu, benimki öyle. Umurunda değil. Banane diyor, benim her dediğimi
yapacak mısın, diyor.
Gözüm karardı. Çektim çıkartım
tabancayı. Masanın altından sıktım bacağına. Dizine geldi.
İşte hayatım. Öyle bir program
vardı, değil mi? Benimki afili değil. Böylesi işte. Şimdi
Manisa hapishanesindeyim. Az yatarsın diyorlar. Bakalım. Çıkınca,
çıkınca ne mi yaparım? Girerim bi pavyona 35 yaşındayım daha.
Hikayemi anlatırım. İşte… böyle başladı, derim. Kimi zaman
da başka türlü anlatırım. Burada düşünürüm…