15 Ocak 2012 Pazar

Tophane'de bi Madridli - Cervantes


Ne derler; akacak kan damarda durmaz. Sizinkiler söylemişler bunu. Doğru da. Benim başıma gelenler bu sözü doğruluyor. Madrid, sene 1569.  Bi asilzadeyi yaraladım. Çok öfkelendirmişti beni. Nedenini sorma ama. Bak fikir yürütebilirsin. İster para meselesi, de, ister kadın meselesi. Sen hangisini yakıştırırsan. Daha çok da bu yönde kavga çıkar değil mi?
İşte bu asilzadeyi yaralama hayatımın dönüm noktası oldu. Ardından, hakkımda hemen tutuklama kararı çıkarıldı. Karar da karardı ama: sağ elim kesilecek ve on yıl da sürgünde yaşayacaktım.  Sürgünü anladım da, elimin kesilmesine dayanamazdım. Mecburen İtalya’ya kaçtım. Tek kuruş param yok. Bu aşamada yapabileceğim tek şey orduya katılmaktı. Katıldım da. 1571 de Osmanlılar’la İnebahtı deniz savaşı vardı ve ben de Marquesa adlı kadırgada bulunuyordum. Zorlu bi savaştı açıkçası. İki defa göğsümden yaralandım. Madrid’den sağ elimi kurtarmak için kaçtım ama gelgelelim sol elimi kaybettim bu savaşta. Oldukça ironik bi durumdu. Ve bana çok acı verdi. Şimdi anladın mı neden akacak kan damarda durmazmış dediğimi? Sizinkilere hak verdiğimi?
El Manço lepanto. Evet artık bundan sonra lakabım İnebahtı çolağı olarak kaldı. Sizin Sokollu Mehmet Paşa var ya, bi teşbihte bulunmuştu Venedik elçisi Barbaro’ya; ‘’ Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı yenmekle bizim sakalımızı traş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez ama traş edilen sakal daha gür biter.’’ İşte bu teşbih, bu savaşta benim kolumda gerçekleşti. Kader. Kader, ama ne yapalım. O zaman Halil Sezai yok tabii. Olsa da, kolum gitti diye Sezai gibi, uluyup durcak halim yok ya!
Beş yıla yakın zaman Akdeniz’de dolaştım ve hep de Osmanlı leventleriyle savaştım. Nihayet 1575 yılında, İspanya’ya dönmek üzere bi İspanyol gemisine bindim. Ne var ki, Marsilya açıklarında Cezayirli Türkler tarafından kuşatıldık. Ve Arnavut asıllı Türk denizcisi Deli Memi tarafından esir alındım. Tam Halil Sezailik bi durum değil mi anlattıklarım? Tam kurtulacağım derken...  Ne yapcam, kaçmaktan başka çare yok. Fakat yakaladılar ve prangaya vurdular. Bunun sonunda tek kollu kürek mahkûmu bi forsa oldum. Oradan İstanbul’a geldim. İşte tam da bu sıralarda Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Sultan 3. Murat’tan destur almış, Tophane’deki camiini yaptırıyormuş.
Duvar işçisi Cervantes
Tek kolumla Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Cami inşaatında duvar işçisi olarak çalıştım. Cami nihayet 1580 yılında tamamlandı. İyi çalıştım ve bunun karşılığında özgürlüğüme kavuştum.  Galiba benim hayatım beş yıllık süreler içersinde evriliyor. Sana anlatırken şimdi fark ettim. Ve bu beş yılın sonunda nihayet memleketime dönebildim. Nereden bilebilirdim ki bu zaman diliminden sonra, 36 yıl daha yaşayacağımı. Sakın bu 36 yılı özgür yaşadığımı düşünme. Sizin Don Kişot (Don Quijote) ismiyle tercüme ettiğiniz meşhur romanımı da hapishanede yazdım. Bu romanda kendi hayatımla alay etmiştim aslında. Belki de hapishaneye katlanmanın bi yoluydu bu. Eee insan edebiyatçı olursa zorluğa katlanmak da böyle oluyor. Öhhöömmm! Övünmek gibi olsun…
Kalan ömrümü ise asaletmeâplara methiye yazmakla geçirdim. Onların, yani asillerin buna ihtiyacı vardı benim de paraya. Geçinmem lazımdı, anlıyor musun beni?
En önemli eserlerim Don Kişot ve Kılıç Ali Paşa Camiinin Duvarları’dır. 23 Nisan tarihinde yaşama veda ettim.
Gördüğün gibi hayatım mükemmel geçmedi. Yani çalışma odamda oturup bütün bunları hayal etmedim. Bütün bu yaşadıklarım beni besledi. Ben de bunları aktardım. Aktarmak zorundaydım. Bu dünyaya, yaşadıklarıma katlanabilmek için. Dünyada yaşarken insanlar zoluklarla karşılaşır. Kimi bunları yazar, başarılı olur, ünlü edebiyatçı olur. Benim gibi. 
Herkes sanatçı olamayabilir ama siz de bizim yazdıklarımızı, çizdiklerimizi, bestelediklerimizi dinleyerek, okuyarak, izleyerek de dünyayı katlanır ve çekilebilir kılarsınız.
Hepsi bu kadar, hadi ben kaçtım. İyi geceler…
İmza: Miguel de Cervantes









10 Ocak 2012 Salı

Herkes alsın diye -II-


Kemal’le Afitap sade bi nikâh törenle evlenmişlerdi.
Evleri mütevazıydı. Umrunda değildi Afitap’ın. Kocası yakışıklıydı ya… ne gam!
Hem kocası fazla mesai hesabı, geceleri evlere iğne yapmaya gidiyordu. İşte bu paralarla Afitap, mutfak alışverişini hallediyordu.
Devir marketlerin olmadığı 1970 li yıllar. Fakat bazı bakkallar marketçi içgüdüsüyle kampanyalara başlamışlar. Oralardan alıyorlar bakkaliye malzemelerini Kemal ve Afitap. Ay sonu da pekala geliyor. Afitap kız meslek lisesi mezunu olduğundan, elbiselerini de kendisi dikiyor, ayakkabılarını da mutfak masrafından arttırdığı paralarla hallediyor. Annesi gibi kabul günlerine giderken anjelik topuz yaptıramıyor ama marifetli Afitap, saçlarını kaynatmalı bigudilerle sararak lüle lüle yapıyor.
Gelelim semt pazarına…  hafta içi kurulduğundan mecburen Afitap pazar işini hallediyor.  O zamanlar ne AB var Türkiye gündeminde, tabii ne de kriterleri…
Ver yansın bağırıp duruyor pazarcılar. Afitap burnu büyük dolaşıyor, tesadüfen pazara düşmüş merkezi uzay, galaksi prensesi edasıyla. Ama gözü de hep, en ucuz tezgahlarda. Beğendiği ürün ucuz değilse bile bi pazarlık, pazarcıların arkasından yaka silkmesine neden oluyor. Afitap’ta bi de azamet, sanırsınız, oradan alışveriş yapmasıyla, ônörrrlendiriyor pazarcıyı.
‘’ Gelll gelllll pazar güzeli bu elmalar, bedavayaaaaa’’ sesini duyar duymaz, Afitap tezgaha zıplıyor.
Işte o gün de böyle bi sese gitmişti binbir azametle Afitap. Tezgahta takır takır ses çıkaran kütür marka elmaları seçerken, sıtma görmemiş sesli pazarcı bağırmaz mı ‘’ herkeesssssss alsın diye indirim yaptık, herkeeesssss alsınnnnn diyeeeeaaaaaa.’’
Ahhh o anda Afitap bayılacağını zannetti. Aynı anda başına bi inanılmaz ağrı saplandı. Ve flashback babasının sözleri: O gün pazarda kendisiyle yüzleşti. Ah babacıım, ahh babacıımm ne kadar haklıymışsın. İşte hayat. Biz, ben herkes miyiz? Bu pazarcı adam bana herkes muamelesi çekiyor. O kim ki ha, o kim? Nası gücüme gitti?  Her şey bütün bu sözleri yemek için miydi? Kemal’in saçları dökülmeye başlamıştı ve en önemlisi aşkları da bitiyordu galiba. Ama Afitap’ı asıl ilgilendiren maddeydi tabii. Kemal’in fiziksel hali daha önemliydi ruhsal halinden…
Ama kel mel seviyordu galiba onu. Çekiyordu bu evliliği. Her şeye rağmen. Ve herkes olmayı göze alarak. Ama  O herkes değildi ki? O narin kalbini ‘’herkes alsın diye’’ sözleri nasıl yaralamıştı? Hiç aklından çıkmıyordu.
O günden sonra başına bi ağrı çöreklendi. Her zonklayışında ‘’her-kes al-sın di-ye,    her-kes al-sın di-ye’’ sözleri yankılanıyordu.
Bu durum Kemal’i üzüyordu ve yapabileceği tek şey eczacı Süleyman’dan aldığı eşantiyon  –cukka- opon ilaçlarıydı.
Güzelce ve asil karısı mis gibi koksun diye ancak puro sabunu getiriyordu bazı günlerde.
O gün, o sözleri duyduğu o gün eve geldi yaralı kalbi sızlayarak. Pazarlıkları yerleştirmedi bile. Attı bi tarafa. Başı ağrıyordu ve opon içmeye yöneldi. Opon da az kalmış. Kemal’e içinden bi sunturlu… alla allaaa birden ağzı da bozulmuştu. Silkelendi ‘’ neler oluyooorrr ba-naaaa, neleerrrr oluyorrr biii-zeeeee, neler oluuuyorrrr caaanııımmm.’’ Yemişim canımı. Benim canım nası yanıyor, nası? Adama bak beni ‘’herkes’’ yaptı. Onca azametli yürememe karşın. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Aklından hep bunlar geçiyordu. Her şeyden vazgeçiyordu sanki. Ağır ağır gözlerini mütevazı evinde gezdirmeye başladı. Ne mütevazısı, ne? bal gibi dandik eşyalar işte. Baba evi aklına geldi. O mobilyalar, o şamdanlar, avizeler, Kristal aynalar… zengin mutfağı…
Başladı kendisiyle yüzleşmeye. Ne işin vardı ha, ne işin bu Kemal’de? Eşikler görücülerle aşınırken… ama ama onların hepsi de, şişkoydular, koca göbekli. Arsız gülüşleri, kıllı parmakları…
Başı hala geçmiyordu. Zonk zonk zonkkk… gitti bir opon daha içmeye. Yoktu, yoktu işte. İlaç için, bi ilaç daha yoktu. Sağlıkçının evi, ''hah hah hah haaaaaaaa'' diye sinirle gülmeye başladı Afitap. Tekrar evi gözden geçirdi sinsi bi gülüşle. Masanın yanına gitti aklı başında görünüşle…  masanın üstünde vazo, şekerlik olmasına rağmen, sakin fakat hızla örtüyü çekti.  Şangırrrrr! Hoşuna gitti. Sonra aslında hep sinir olduğu aynaya, kenarı çatlamış su bardağını fırlattı. Şungurrrr!
Saat akşam üzeriydi. Kemal geldi. Şaşırdı. Afitap Afitap, karıcııımmmm n’apıyosun, kendine gel. Yuvamızı ne hale getiriyorsun?  Afitap Kemal’e baktı. Onun bu duygusal ve yakışıklı hali etkiledi. -Laf aramızda Afitap, yakışıklı manyağıydı.- Kemal çabuk bana opon ver, başım çatlıyor. Pazarda adamın biri bana herkes muamelesi çekti. Nasıl, nasıl, nasıllll???
O gün eşantiyon sinir ilacı gelmişti Kemal’e. Karısındaki durumu anladı. Hemen karısına enjekte etti. Kısa süre sonra Afitap kollarında uyumaya başladı. Kemal anladı her şeyi, alelacele kalkıp evi topladı, kırıkları süpürüp bütün izi yok etti. Afitap’ın uzun süre uyuyacağından emindi. Hemen çarşıya koştu. Borç harç, kırılmışların yerine aynılarını aldı. Eve getirdi  yerleştirdi mobilyaları.
Eczacı Süleyman’a uğrayıp bi de puro sabunu aldı. Bu sabunun kokusu Afitap’a iyi geliyordu. Kemal eve gelince ellerini puro ile yıkadıktan sonra, Afitap’ın önünde diz çöktü. Ellerini Afitap’ın burnuna dayadı.  Afitap ilacın etkisinin de geçmesiyle ve kokuya hassasiyeti ile gözlerini araladı. Sinir krizinden eser kalmamış gibi yumuşacıktı bakışları. Evet hatırlıyordu yaptıklarını. Gözleri evin içinde dolaştı. Eski eşyaların yerinde mobilyacı Hamza’nın dükkânında gördüğü masa ve sandalyeler, aynalar vardı. Gülümseme yayıldı yüzünde… hoşuna gitmişti bu durum.
Anladı her şeyi. Meğerse ben de herkesmişim dedi.
Kelleşmeye başlamış Kemal’I öptü… tabii o da sevgili Afitapcığını…







Herkes alsın diye - I -




Afitap genç ve güzelce bi hanımdı. Henüz yeni evliydi ve evini çekip çevirmek konusunda çok hevesliydi. Bu konuda başarılı olmak istiyordu. Yani evinde kuş sütü eksik değilmiş gibi kusursuz gösterip, fakat gayet ekonomik bi bütçeyle ay sonunu getirmek hedefiydi.
Bu kuş sütünün eksik olmama durumu baba evinden kalma bi alışkanlık,  yok yahu görgüsüydü. Babası Toprak Mahsülleri Ofisinde müdürdü. K….. ilçesine tayin olana kadar kıt kanaat geçiniyorlardı. Annesi ay sonunu getireceğim diye neler yapacağını şaşırıyordu. Az malzemeyle çok lezzet arayışında başarılı olduğu da söylenebilinirdi.
Dediğim gibi taaa kiii K….. ilçesine tayine kadar. K…. ilçesi oldukça bereketli arazilere sahip bi kasabaydı. Ve cukka yemeye de oldukça müsaitti. Afitap’ın vicdansız ve cüzdansız babası da gözünü kararttı ve cukkalamaya başladı.
Cukkalama durumundan sonra, önce mutfaktaki tariflerin içeriği ve tabii lezzeti değişti. Sonra evin içindeki eşyalar; kaliteli mobilyalara, kristallere dönüştü. Tabii aile üyelerinin gardropların da değiştiğini söylememe bilmem gerek var mı?
Herkesle samimi konuşan annesinin üzerine bi vakar durum, bi asillik mi geldi ne? Burnu havalarda hanfendi. Kabul günlerine giderken saçlarını anjelik topuz yaptırmaya başladı. Boru mu bu, para gani…
Artık onlar asil sayılıyorlardı, açıkçası hırsızlık pardon cukkacılık yapmalarına rağmen! Artık herkes değildiler. Herkes gibi dar gelirli falan olmadıklarından pahalı zevkleri onları geliştiriyordu. Hah hah haaaaa!!!
Tüm bu olup bitenler Afitap 14 yaşındayken başlamıştı. 17 sine geldiğinde görücüler bu zengin ve asil kızcağızı isterken kapı eşikleri aşınmaya başladı.
Ama onun gönlü sağlık memuru Kamil’e düştü. Anne, baba ‘’olmaz olmaz bu iş olamazzz, çok yalvarma bu iş olamazzzz’’ demelerine rağmen, Afitap diretti; ‘’evleniciim de evleneciim. ‘’ Baba baktı olacak gibi değil, aldı kızını karşısına, ‘’bak kızım Kemal iyi hoş effendi ve az da sinsi bi genç. Hakkını yemeyeyim bu durumda. Fakat mesleği memur o yüzden olmaz diyorum.’’ ‘’Fakat babacıım siz de memursunuz.’’ ‘’A benim salak kızım, sağlık memeuru ile benim müdürlüğüm bir mi? Valla biz seni bu kadar saf mı yetiştirdik ,inanamıyorum? Bu adam sağlık memuru nasıl cukka yapacak? Neyle geçinceksiniz? 14 yaşına kadar olan durumumuzu biliyorsun, hatırla.’’ ‘’Olsun babacıım, ben ev idare ederim, kız meslek lisesine gittim. Ev idare dersinde hep 7 alırdım. Aslında hakkım 9 du ama Cavidan cadısının notu kıttı.’’
Gürgen Bey sinirlenmeye başladı. ‘’ Eehhh yeter beee, başlıcam senin Cavidan cadından. Bak kızım evlenirsen evlen dicem ama babacıımmmm bu ay sıkıştık bize borç falan dersen, hiççç umrum olmaz.’’
‘’Olsun babacıımm, olsun. Ben eski günlerimizden pratiken ve ev idaresi dersinde de teorik olarak ders aldım. Evimi geçindirmesini de bilirim icabında. Lütfen artık bana karışmayınız. Madem asil bi aileyiz, asaletimize gore davranalım.
Nah asilliz… sen görceksin gününü…
Kara kara düşünmeye başladı Gürgen Bey. ‘’lan bu geçinemez de benden para uçlanmamı isterlerse benim binbir riskle cukkaladığım paraları, sinsi Kemal yerse, ahhh ulan ahhh, evladın mı var, derdin var’’ diye geçirdi…

Devam edecek
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...