31 Aralık 2012 Pazartesi

Yeni yıl zamanı



Sabah kalktım. Erkendi. Hava yağmurlu, gökkuşağı çıkmış. Bir önceki gün öyle gri ve bulutluydu ki. Sonra bulutlar patladı. Gümbür gümbürrr! Ses çıktı. Yağmur dindi, her yer ıpıslak. Yağmurlu olunca sokaklar ıpıssız oluyor. Sokakta yağmura yakalananlar saçak altına kaçıyor. Ya da bir anda Çin malı şemsiyeciler çıkıyor. Onlar da saçak altında aportta bekliyorlar sanki. Yağmur sonrası çıkan mantarlar gibi. Radika da diyebilirdim fakat radika şemsiyeye benzemiyor. Şemsiye ve mantar. Birbirlerine benziyorlar. Biri yağmur öncesi, diğeri sonrası…

Sabah kalktım. Yine çok sıcak. Gün çok uzun. Harca harca bitmiyor. Günün rengi soluyor bu sıcakta. Rakı gibi oluyor. Karşıyaka karşımda tir tir titriyor. Hayır! Terliyor.

Kış. Kara değil kış, beyaz. Ama burada hiç beyaz olmuyor. Dize kadar karlarda yürümek de yok. Sobanın yanında ayaklarını uzatıp oturmak da. Şimdi ne renk?
Bekliyoruz. Hep ama hep beklemek. Hayatı yaşarken bekliyoruz. Bazen zamanın geçmesini. Zamanın geçmesini de ne demeye bekler ki insan? Sayılardan medet ummak? İnsanın paradoksu olmalı.  Topuğuna sıkmak gibi. Evet anlıyorum ki; kimse bu dünyada sonsuza kazık çakmak istemiyor.

Zaman zaman zaman… zaman göreceli. 30 sene öncesi bazen dün gibi, bazen asır gibi. Yeter ki zihninde olayları  yitirme ya da büyütme.

Bi de internete sanal diyorlar, asıl sanal olan zaman. Zaman sonsuz. Sonsuzluğu bölmeye çalışan insan, zamanı bölmüş bir takvim oluşturmuş. İnsan herşeyi kendi algısına göre tasarlıyor. Belki yedi uyurlarız. Belki göz açıp geçen  zamanı,  biz yavaş çekimde yaşıyoruz. Bknz: Inception filmi. Hala izlemediyseniz, izleyin.

Tv kanallarında eski yılın muhasebesi yapılıyor. Şu oldu, bu oldu. Oysa her şey bir gün arayla eskisi gibi devam edecek. Atıyorum belki 14 mayıs günü acayip bi şey olacak olumlu ya da olumsuz anlamda. Bütün bu kutlamalar eskide kalmasını umduğumuz olumsuzluklar için mi? Ama Perşembe, çarşambadan belli ki.

19. yy da zaman 18. yy a göre yeniydi. Ama günümüzde zaman içinde zamanı yaşıyoruz. Geleceği, uzay çağını, geçmişi kölelik sistemini, ilkelliği, yaşıyoruz.  Bu ikisi tamamen zıt ve bu çağda sürekli farklı zamanları yaşıyoruz. Bu da insanların kafa karışıklığı yaşamalarına neden oluyor.
Adam uzaydan paraşütle atladı. Ve anladık ki hayalleri gerçekleştirmemek için neden yok.

Neyse biz her şeye gangham style yapalım bari:) Bu senenin gangham style dansı süperdi.

Yukarıdaki fotoyu geçen sene çılgınca eğlenirken çektirmiştik. Nasıl da çılgın, eğlenceli bi yılbaşı partisiydi, o kadar olur… Aslında bu yazıyı yarın akşamüstü yayına verecektim, ki siz beni çılgınlar gibi eğlenin sanın diye…

Bazılarının yeni yılı mutlu, sağlıklı olsun.




17 Aralık 2012 Pazartesi

Beş dakikalık tembellik hakkı





Beş dakika yaaa… Sadece beş dakikacıkkkk…
“Yok sana beş dakika falan” dedim.. İstersen sarı bilge (kedikız:Viki) üstüne salayım.
“Nassı kaldırır seni...”
“Saçlarının içine patilerini geçirip kafa derinin üzerinde tırnaklarıyla okşayarak!” 
“Amannınnn amannn…. Kalktım yavvv…”
Üşengeç, uyuşuk, tembel bi arkadaşınız varsa aranızda böyle konuşmalar geçer.
Benim var. Tembel, uyuşuk, bugünün işini yarına sallayan bi arkadaşım.
Şule Hanım’dır kendileri. Dün geceden itibaren bizdeydi. Sabahları onu kaldırmak… İçime fenalıkları, beş çayına gelmiş gibi oturtur.
“Dün gece televizyon seyrediyorduk, kumanda onun biraz yakınındaydı ve kanalı değiştirsene” dedim.”Yok kalsın yavvv” dedi. Programda çok berbattı üstelik. Anladım ben onu, kıpırdamaya üşeniyordu.
“Üşeniyorsun” dedim. “Üşenmek” dedi. “ Ertelemek, üşenmek, tembellik, gayet insani, insanı insan yapan özelliklerdendir.” .
“Pehhhh” dedim. “Yarın bugündür, dünün de bugün, ama bugün dünü tarihin tozlu sayfalarına itti.” Veee “sen ne yaptın?” Koskoca bir “HİÇÇÇÇ!”
Kadıncağızın gözleri dört açıldı. Adeta pörtledi… “Sana n’oluyo yaaa böle. Arkadaşım kendine gel. Başkası olma kendin ol. Balataları sıyırma “ dedi.
Korktu, benden. Dediğine göre “ben o eski ben değilmişim.”
“Bak karrrdeşimmm” dedim “büyük işler, yapmadığın küçük işlerden doğar”
Bunu da ünlü bir düşünür bulmuş.
“Evini temizlemeye temizlemeye çöp ev olacak” dedim.
“Ossun” dedi.
“Bu tembellik olgusu sana garip bir zevk veriyor” dedim gözlerimi kısıp, seni çözdüm gibi…
“Gerçek tembel olmuşsun” dedim. Sonra sonra... beş dakika sonra, kelimesi sen de ulaşılmaz ütopik bir şey olmuş. Sen o beş dakikanın gelmemesi için elinden geleni yapıyorsun. O beş dakika gelince sana zevk vermeyecek. Bu arada sürekli işlerin erteleniyor ve hepsi kırmızı perşembe günü yapılmak üzere programlanıyor!”
“Zaten sen her pazartesi diyete başlayıp, akşamüstü zeytinyağlı yaprak sarma ve kek eşliğinde bozuyorsun.”
“Sabahları rüyalarını dizi gibi bölümlere ayırıp; dur uyandım beş dakika sonra dizi-rüyamın ikinci bölümünü göreyim diyorsun.”
Şule kızmadı bana.
Sadece gözlerini pörtletip, daldı.
Eeee hadi kalk dedim. Dur düşünüyorum, beş dakika sonra kalkarım dedi…

Paul Lafargue'ye en derin saygılarımla...





4 Aralık 2012 Salı

The Simpsons'da Rtük den nasibini aldı



Var mı daha ötesi? Adamlar önce kendileriyle dalga geçiyorlar. Hayır, tam olarak da dalga geçmiyorlar, kendilerini bi güzel eleştirip, kendilerine muhalefet oluyorlar.

Ticari amaçla yaptırdıkları, tişörtleri, oyuncakları, çıkartmaları, artık her ne yaptırıyorlarsa, Çin'de nasıl ucuza yaptırıp, işçilerin nasıl sömürüldüğünün videosunu dahi yaptılar.

Şimdi çıkmış RTÜK The Simpsons dini duyguları aşağıladığı gerekeçesiyle 52.951 bin liralık ceza kesmiş.

Bu durumu Matt Groening yani nam-ı diğer Bart duymuştur ve kesin dalgasını geçer.
Dalga geçmek, mizah, sıkı bir eleştiri, muhalefettir. Sadece zır zır kafa ütüleyerek, keyif kaçırılarak muhalefet edilmez.

Başta bütün Abd başkanları olmak üzere, din; hristiyanlık, budizm, müslümanlık- evlilik, aile kurumu, eğitim sistemi, çevre, Hollywood, filmler, sanayileşmiş yiyecekler, teknoloji, facebook, twitter, blogger olmak, best seller romanların gerçek yazarı olmadığını, edebiyat fakültesi mezunu işsiz yazarlara yazdırılan saçma sapan, içeriği sabun köpüğü olan romanların çok satmasını, yayınlandığı fox tv yi ve şu anda aklıma gelmeyen yaşamda ne varsa dibine kadar eleştiren, bir bölümü izlediğinizde hepsini yakalayamadığınız, geceyarısı 12 de tekrar izlediğiniz, diziden bahsediyorum.

Gerekçe neymiş? Tanrı’nın olmadığına ilişkin sözler söyleniyor, tanrı şeytana kahve ikram ederek şeytanın emrindeymiş gibi gösteriliyor, noel’in alkolizm için iyi bir fırsat olduğu ifade edilerek alkolü özendirici yayın yapılıyor”

Şimdi bu bölümü izleyen herkes ateist oldu, herkes alkolik oldu. Homer Simpson müslüman olsa, namaza başlasa, bütün dünya müslüman olcak.

Olsa ne olacak? Millet bir dizi izleyerek dini duyguları değişecekse, değişsin. RTÜK milletin başında, onu izlemeyeceksin, bunu izleyeceksin diyor. Bir insanın dini duyguları izlediği diziyle mi değişir, anlamıyorum. Anlayanın da olacağını sanmıyorum. Kendilerinden başka. Başkasının dini bir başkasını ilgilendirmez.

Ama memlekette tecavüzden dolayı hamile kalan kadın, çocuğunu aldırma yetkisi dahilinde değil. Onun için devlet karar veriyor. Evlerin salonunu kullanmadığımıza karışarak, evlerimizin içine kaynana gibi giriyorlar, ensest falan hiç bir şey olmuyor bu ülkede, her şey güllük gülistanlık. Yetiştirme yurtlarında çocuğa tecavüz eden görevli, memuriyetten atılacağına, başka şehre gönderilerek, hadi buyur burada da yediğin herzelere devam et deniyor.

Yani nerden baksan kara komedi. Matt Groening bu ülkeye el atsa acayip malzeme çıkar, çıkar da, adam en sonunda kafayı mı yer, devam mı eder, ondan emin değilim.

Homer'ın nefret ettiği ve sürekli dalga geçtiği aşırı hristiyan badem bıyıklı komşusu Ned Flanders'la RTÜK aynı kategoride.

Yakışır valla!



2 Aralık 2012 Pazar

Fayton nostaljisiymiş!




Size bir soru sorayım mı? Teknoloji ilerledi değil mi? Pühüüüü! .
Evet evet, bende hem de nasıl diyeyim size.
Geçen akşam her zamanki gibi ülkenin haberlerini izliyordum. Aman allam neler neler... insanların içinde öfke birikimi var sanırım, vara yoğa patlıyorlar. Bir hiç yüzünden insanlar ölüyor.
İnsanların bir hiç yüzünden öldüğü ülkede, ben atlardan, hayvanlardan bahsetsem size, sakın önce insan demeyin bana.
Bi insan görünümlünün eline düşmüş bir at da pisi pisine hayatını kaybedebilir. Sonuçta kaybetti de.
Yer: Büyükada. Taşıt aracı olarak adanın içersinde, fayton ve bisiklet kullanılıyor.
Gelin size kendi tecrübemden bahsedeyim önce. Dört ya da beş sene önce Büyükada'ya gittiğimizde, hadi faytona binelim dedik. Taaa çocukluğumdan beri binmemişiz. Bindik ama bindiğimize bin pişman olduk. Zavallı at, zargana gibi zapzayıf ve bakımsızdı. Faytoncu eline kırbacı almış, son sürat gitsin diye, atı sürekli kamçılıyor. Hayvan soluk soluğa koşturuyor. İnsanın bazen basireti bağlanır ya, bizim de öyle oldu. Fayton gezisi mi, eziyet mi anlamadım. Bin pişman oldum. Durdurup inemedik bi türlü. Tabii sonra dönüşte yürüyerek döndük.
Döndük dönmesine de, bana ne zaman fayton dense, o gün, o atın çektiği eziyet gelir. Üstelik biz iki kişiydik. Çoğu şişko olan insanlar, en az dörder kişi biniyor ve beşlik simit gibi kuruluyorlar.
Şimdi bi de Büyükada'ya camii yapımı çıktı ya.
Bırakın camiyi de, önce faytonları kaldırıp, yerine akülü araçlar koyup, adada ulaşımı öyle sağlayın. Nostalji mi? Nostaljiniz batsın.
Bana sakın yurt dışında da fayton var demeyin. Evet, var biliyorum. Onların hayvanları ile bizim hayvanlarımız bir mi? Atlar besili, ve daha fazla müşteri taşıyacağız diye soluk soluğa koşturulmuyor. Kışın soğunda üzeri battaniyelerle örtülüp, gereken neyse o yapılıyor. Biz? Ortadoğulu kafasıyla, şekilde Avrupa ayağı çekiyoruz ki, kokuyor bu ayaklar. O yüzden lütfen, fayton sahiplerine akülü araç verilsin ve bundan sonra ulaşım bu şekilde sağlansın. Hiç bir şeyi adam gibi yapmadığımız tecrübeyle sabit...
Daha önce de, bitkin düşmüş hayvanlar dizleri üzerine düşüp, kaza yapıyorlardı. Geçen gün gerçekleşense, at kayarak, duvara çarpmış. Yeteri kadar doymayan, bakımsız, çok yüke koşulan hayvan en sonunda dayanamamış işte. Üstelik sürücüsü de öldü.
Bu sabah ise dünyada en sinir olduğum şeylerin başında gelen sirk, Vatikan'a gitmiş. Sinir suratlı Papa bir kaplan yavrusunu sevmiş. Ooo, kıyamam, ne kadar da hayvan seversin papa efendi. Taa Roma devrinden kalma olan bu işkence çadırları hala gerçekleştiriliyor, ve hayvansever papa da, bütün bunları bilmiyor ve seviyor.
Ee Vatikan çoktan bir din turizmi haline geldiği için de, papa devletin hazinesine, sirk sayesinde gelecek paralara bakıyor. Kaplanı da o yüzden seviyor!
Sirkine de, fayton nostaljisine de...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...