Sabahleyin,
otobüs garajındaki çay salonunda çay içerken, uykulu uykulu karşıdaki dükkanın
“mucize kuyumcusu” olduğunu gördüm. İsmi çok hoşuma gitti. Gelgelelim, otobüs garajında kuyumcunun ne işi
olur ki diye düşünmedim değil. Yerli film tadında bir aşk hikayesi ile alyans alanlar
için mi açılmış, yoksa memlekete giderken nakde sıkışıp, mevcut altın bileziği
v.s bozdurup, acil paraya çevirenler için mi? Yoksa cep telefonundan piyasayı
takip eden biri parasını altına mı yatırır? Neyse dükkanın ismi hoşuma gitti.
Sanki roman ismi gibi.
Ben bunları
düşünür bir yandan da çayımızı içerken otobüsün kalkış saati gelmişti bile.
Nesli bileti aldıktan sonra otobüs iki katlı galiba demişti. Hadi yaaa, diye
şaşırdım ama sonra aklımdan uçup gitmiş. Meğer otobüs kalkış saatine göre
otobüs planı 2+1 miş. En sevdiğim yer olan şöförün koltuğunun arka yanı da
olunca değmeyin keyfimize.
Meğer
tatilin çok güzel geçeceği otobüsün rahat servis olmasından belliymiş.
Yol Aydın’a
kadar otoyol, Aydın’dan sonra da biraz, bereketli araziler, düz ovalar ve sıkıcı kavak
ağaçlarıyla devam etti. Yol yol yol. En sevdiğim şey. Evet otoyol biraz sıksa da, yine de güzeldi
yol. Hele ki Muğla il sınırları içine girince. İşte şurada kovboy kayalıkları.
Doğanın yarattığı peri bacamsı güzel oluşumlar.
Sonra
Gökova. Bayılırım buraya. İsmini her kim yakıştırmışsa çok uygun yakıştırmış.
Resmen gök ovaya inmiş. Virajlı yoldan manzara izleyerek indikten sonra artık
eski yolda kalmış meşhur ağaçlıklı yol. Kilometrelerce uzanıyor.
Bu bölge
için artık sadece iki renk hakim. Mavi ve yeşil. Tabii mavinin ve yeşilin
binlerce tonu olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
Nerdeyse bir nefeste geliyoruz Marmaris’e. Marmaris’in garajı bile orman içinde.
Otobüsten inince mis gibi yeşilliğin kokularını içine çekiyorsunuz. Yok böyle
bir şey!
Biz
Turunç’a gideceğiz. Gittik. Turunç Marmaris’e yarım saat uzaklıkta. Ve yolu çok
güzel. Kıvrıla kıvrıla dağlara çıkıyoruz. Ama ne dağlara çıkmak. İnsana
uçaktaymış hissi uyandırıyor. Böyle güzel manzara, doğa gördüğümde ağzımın
genişliyor farkında olmadan. J Ağustos böceklerinin sesleri
var ve falan ve filan…
Birden her
şeyden uzaklaşıyorum. Ne gündem aklımda ne de sinir stress. Rezervasyon
yaptırdığımız oteli buluyoruz.
Aha! Bu
internette daha büyük görünmüyor muydu? Evet aslına bakarsanız büyük ama çam
ormanı içindeymiş gibi görünüyordu. Evet, arkasında çamlar var, ama böyle
değildi. Emlak fotoğrafçılığı denen şey burada da devreye girmiş.
Odamız da
aynen emlak fotoğrafçılığı sayesinde daha farklı görünüyordu. Eksik bir şeyler var anlatabiliyor muyum? Çok
kötü de değil, ancak netteki gibi de değil.
Bunu kafaya
takacak değiliz. Hemen yerleşip kendimizi otelin önündeki denize atıyoruz.
Deniz nefis. Cam gibi. Isısı da öyle. Çeşme Altınkum’dan sonra ise resmen
kaplıca suyu gibi geldi desem yeridir. Bu sene Çeşme Altınkum’da denize
girdiğimde hiç abartısız kulaklarıma bıçaklar saplanmıştı. Ayaklarımın altı
buzzzzz gibi olmuştu. Çıktığımda dudaklarım beyazlamıştı. Neyse Çeşme’yi şimdi
aradan çıkarıyorum müsaadenizle.
Gece
yemeğimizi otelde yedikten sonra yürüyüşe çıktık.
Sahili çok güzel, uzun. Yalnız
en uçta genelde İtalyan turistlere hitab eden bir otel sahile güvenlik koymuş,
her geçene “pardon otelde mi kalıyorsunuz?” sorusu soruyor. Ne demek ya, bunlar
denizi otele dahil ettikleri yetmiyormuş gibi bir de sahili de parselleme
hakkını, yaklaşık bin tl verdikleri bir görevli sayesinde, millete yasak etmeye çalışıyorlar. “sahilde
yürümek yasak mı?” diye soruya soruyla cevap verdim. Tabii ki “gulp, hayır”
diye cevap verdi. Adama gıcık olmuyorum, o da sonuçta verilen emir yerine
getirmek zorunda. İş bulmuş ve onu yapıyor. İşte hep böyle oluyor, bunu yapan
sahipleri olacak heriflere bir şey diyemiyoruz da, iki kuruş için bu işi yapana
çemkirip duruyoruz.
İkinci güne
gelelim mi? ilk geceden bir tekne gezisi ayarlamıştık ama saat sabah 10.da
kalktığından ve biz de yol yorgunu yerimizi yadırgadığımızdan, hemen uyuyamadık falan erken uyandığımız halde
yorgun ve isteksizlik mazeretiyle gitmedik.
Kumlubük’e
gitmeye karar verdik.
Dağlara
dönüp yüzmeye başladığınızda hani biraz once 70ler 80 ler plajı demiştim ya,
yok yanılmışım. Kendinizi zaman tüneline girmiş antik dönemde bir kadın gibi
hissediyorsunuz. Of of offff, ne güzeldi.
Yavaş yavaş
tur tekneleri geldi. Evah bunlar car car kafa şişirecek derken, gelenlerin
çoğunun turist olduğunu gördük. Evet Türk insanı gibi değiller, kafa
şişirmiyorlar, çocuklarını bizim son dönemde yetiştirilen şımarık her şeye
ağlayan zırlayan çocukları gibi yetiştirmiyorlar. O yüzden bu kalabalık bizi
bozmadı. Zaten yarım saat sonra gidiyorlardı. Benim gibi insanları çaktırmadan
izlemekten hoşlanan bir insan için bayağı, iyi geldiğini söyleyebilirim.
Gece tekne
işini ayarladık nihayet. Bu daha önceki gün ayarladığımzdan daha büyüktü ve
rotası daha batıya doğruydu. Önceki gün Marmaris içine doğru rotayı
çeviriyordu. Her şeyde hayır varmış.
Tekneye
yerleştik. Ohhh yaşasın çoğu turistti. Neden turist turist diyorum. Adamlar
rahat ve kasmıyor. İnsanlara karşı saygılı davranıyor. Çocukları şımarık değil.
Ama keçinin
istemediği ot burnunda bitermiş hesabı, masada yanımıza çok aşırı sevimsiz bir
“günaydın” demeden yanımıza oturan bir kadın ve üç kızı geldi. Kendimizi zaten
denize ve manzaraya çevirip oturduk. Sonra da yukarıya çıkıp yukardan manzara
izledik.
Artık
Viki’yi özlemeye daha doğrusu endişelenmeye başladım. Modern olmak böyle bir
şey herhalde habire endişe, endişe. Neyse habire Viki’nin başına şu gelmişse,
bu gelmişse diye hiç olmayacak şeyleri yazıyorum. Ohooo ne senaryolar.
Artık tatil
sıkmaya mı başladı ne? Bir de otel odasına sıkışmak beni boğuyor. Sürekli mobil
olmak daha hoşuma gidiyor. Artık demir almak zamanı gelmiş yavaştan. Hemen o
zaman hızlı tarafından valiz toplanıyor ve yola çıkılıyor. Yol yine inanılmaz
güzeldi.
Eve koşarak
çıktık nerdeyse, evet Viki de biraz korkmuş, sıkılmış, kapıyı açar açmaz,
kafasını uzatıp çok kibar bir şekilde mırnav mırnavvv dedi. Evet bizimki
miyavlamıyor. Sonra sevdirme ve nazlanma fasılları.
Evimmmm
seni de çok özlemişiz.
Tatil çok
güzeldi. Beynimde beni yoran her şey sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Mikroydu
fakat etkisi makro oldu.
Sanırım tek
özleyeceğim şey bu sıcaklarda o güzel deniz ve orman fotoğraflarına bakıp, yüzmek olacak.
4 yorum:
Ben Turunca galiba 1978 de gitmiştim. Yol falan yoktu o zamanlar. Muğla'da MTA'nın kömür arama kampında çalışıyordum. Her hafta sonu pikaba atlayıp, iş yorgunluğunu çıkarmak için Muğlanın ilçelerinde gezmeye giderdik. Daha turistlerin piyasada olmadığı zamanlar. Marmaris'te sadece Martı Motel vardı. Ordan itibaren kıyı bomboştu. Ben Marmarisi hiç sevmedim. Bodrum nerdeee, Marmaris nerde!.. Bir pazar günü arkadaşımla Turunca gidelim dedik. Denizi çok güzelmiş diye işitmiştik. Bi tekneyle anlaştık. 45 dk.lık bi yolculuktan sonra Turunca geldik. O denizin açık yeşilimsi rengi ve suyun şeffaflığı hala var mı bilmiyorum. Kıyıda bir kahve vardı.Benim balıkçılığım da vardır, okumuş muydun bilmiyorum, MB'da Yenikapı Balıkçıları 1,2,3 diye anlatmıştım. Kahvedekilerle balık üzerine muhabbet ederek geçti zaman. Saymadım ama evlerin sayısı 15'ten fazla değildi. Adamın biri; "tarlamı satıyom, siz memursunuz, vardır paranız" dedi. 110 m2 tarla, kıyıda, 11 bin lira. 3 aylık maaşım. Her sene başka yerlerde maden petrol aramaya gidiyoruz, bi daha yolum kolay düşmez buralara diye almadım. Nerden bilecem 2 yıl sonra devalüasyon, enflasyon diye paramızın pul olacağını, Marmaris'in turistik yer falan olacağını, arsa fiatlarının jet hızıyla değerleneceğini. Neyse, derken akşam oldu. Döndük. Gökova'da öyleydi. Sadece bir kulübe vardı. Balık-rakı içtiğimiz. Herhalde şimdi iğne atsan yere düşmez. Tam yaşanacak yer ama, denizi, ormanı, havası, suyu...
Sen tam zamanında gitmişsin. Aslına bakarsan şimdi de, Bodrum'a göre kalabalık değil Turunç. Ama Marmaris'in içi dersen, ben de hiç mi hiç beğenmedim. Tamamiyle şehirleşmiş. Oteller, pansiyonlar, dükkanlar, barlar. Benim tatil anlayışıma uygun değil. Turunç yolu dağların zirvesine çıkarak gerçekleşiyor. Geçen bir filme gitmiştim. İtalya'nın güzel turistik sahillerinde geçiyordu. İnan Turunç'un doğası oradan bin kat güzel. Turunç içinde yerleşim olmuş ve deniz haliyle Kumlubük ya da koylar kadar temiz değil. Keşke alsaymışsın diyeceğim ama keşke demeyi de sevmiyorum. Fakat Turunç'un insanı turizme rağmen bozulmamış, para dertleri değil ve doğallar. En iyi yanı da çok olumlular. Turunç, insanı kasmayan bi yer. Çok aşırı kalabalık değil. Güzel bi yer...
nedense o yollarda bir ağız mızıkası sesi duydum, yakışırdı yani.
Sahiden, ne kadar hoş olurdu :)
Yorum Gönder