13 Aralık 2015 Pazar

Çöpünü at, çevreyi kirlet!


Cnn Türk'de, Yeşil Doğa isimli programı yapan Güven İslamoğlu, dün gece yine her zamanki gibi, insanların bıraktığı naylon poşetleri, su petlerini, aluminyum tencereleri, gazete kağıtlarını, araba lastiklerini v.b nesneleri topladı. Bunu yaparken de milyonuncu kez, doğaya gidildiği zaman bu geri dönüşümü binlerce yıl sürecek, katı atıkların, doğanın kalbine, bu kadar umarsızca, saygısızca atılmaması gerektiğini söyledi.
Dün gece muhteşem doğasıyla Yedi Göller'deydi. İnsan o doğanın güzelliğini televizyondan görüyor. Ya oradaki sesler, kokular nasıldır kimbilir? Ama, mangal yapan mangalcıların öbek öbek çıkan dumanları yüzünden, kuşlar artık orada durmuyormuş. İnsanların ulaşmasının zor olduğu ve pek de kimsenin pek bilmediği yerlere kaçmışlar.
İnsanlarımız, insanlarımız...
Sorsanız şu mangal yapanların yüzde doksanı memleketini çok seven vatanseverdirler! Ama çok sevdiğin vatana ne yapıyorsun dediğinizde, ne cevap vereceklerini çok merak ediyorum doğrusu.
Ellerindeki su şişelerini, kağıtları, meyve kabuklarını sigara izmaritlerini, doğanın kalbine hiç gocunmadan atıp giderler.  
Dumanlarını salarlar. Hayır anlamıyorum, bu et manyaklığı nedir? Gelmişsin mis gibi doğaya ha babam ye dur. Yürüyüş yapmak, gittiğin doğayı izlemek, hissetmek gibi bir düşünce yok! Arabayla geldikleri yerden ormana girince şöyle bir bakınırlar ve sonra "haaaa, nerde la, nerde bu mangal yapcamız yerler, Bünyamin Abiii sen kömürleri getir haaağğğ" derler ve etleri pişirdikten sonra hiç bir yeri görmeden huşu halinde yiyip, doğayı hissetmeden, bakmadan basar giderler. Tabii çöplerini de boca etmeyi ihmal etmeden!
Eskiden pikniklerde ne böyle mangal vardı ne de doğayı kirletmek. Pikniğe gitmeden önce evde kuru köfte, börek, peynir, yumurta v.b yiyecekler hazırlanır, yedikten sonra da çöpünü evine getirip, belediyenin çöp tenekelerine atılırdı.
Vatansever piknikçiler böyle! Ne doğaya karşı, ne hayvanlara ne de  insanlara karşı pek merhametli olduklarını sanmıyorum. Bu sanma meselesi, benim fikir yürütmemle alakalı değil. Davranışlarını gözlemledikçe bu apaçık ortada.
Öyle bir ceza sistemi olmalı ki, bu insanları caydırmalı. Cezayı bırakın, Orman İşletmesi, oraya gelen insanlar için mangal ocakları yapmış. Ne demek bu böyle? Bir ormanın içinde mangal olmasını benim aklım almıyor. Zaten her yaz kasten ya da vurdumduymazlıktan dolayı ormanlar yanıyor, bir de sen kalk mangal yap. Arabalar ormanın içine kadar giriyor. 
İnsanların duyarsızlığına, sanki teşvik veriliyor.
O çöpleri bırakanlar tespit edilip- bir poşet bile olsa- en az bin tl lik ceza yaptırımı uygulansa, insanlar çevre konusunda o kadar hassas olurlar ki.
Bizim insanımız böyle diyorum da, sanki başka ülkelerde insanlar farklı mı? Onlara da bu şekilde aymazlığı itelesen, çevreyi mahvetmesine izin versen onlar da aynısını yapar. Yıllarca çevreye önemi gerektiği zaman cezayla ve çocuk yaşta eğitim vererek  vardıkları sonuç ortada.
Biz de eksik olan çevre konusundaki kanunlar. Sanki ne kadar kirletirsen kirlet, bu doğa bitmez ve bunun insana geri dönüşü olmazmış gibi düşünülüyor olmalı.
Velhasıl kimsenin çevreyi taktığı yok.
İnsanlar için mal önemli. 
Zihniyetin maldan ibaretse, sonuç böyle olması kaçınılmaz.

6 Aralık 2015 Pazar

Kıskanmak & Nahit Sırrı Örik


Nahit Sırrı Örik'in, "Kıskanmak" isimli romanındaki, Seniha karakteri, günümüzde yaşasaydı, aynı ruh hali içersinde olur muydu? Olmazdı kuşkusuz!
Seniha'nın şanssızlığı, kadın ve biraz çirkinimsi olmasından kaynaklanıyor. Hele karşısında, kardeşten çok rakibi durumuna gelen, "Halit" karakterindeki ağbisi, erkek ve yakışıklı -yazara göre güzel- olması nedeniyle, ağbisinin, ailesinin biriciği olup, Seniha'nın adeta köşkün beslemesi gibi muamele görmesine neden oluyor.
Bu yüzden de, Seniha, kendine güvenini yitirip, daha da bakımsızlaşıp, karanlıklaşan ruhunun, dışa yansıması olarak, aşırı derecede ciddi, hayattan zevk almayan fakat buna rağmen -babasının paşa olmasına ve Göztepe köşklerinden birinde yaşamalarına, genel halk baz alındığında, daha çok maddi imkanlara ve daha enetelektüel olması düşünülen bir ailenin içinde doğmasına rağmen- kadın ve üstelik çirkin olmanın cezası kendi ailesi tarafından veriliyor: Bir okula gidemiyor, dolayısıyla da diploma sahibi olamıyor. Bu da anne babasını ve varsıl durumlarını kaybettikten sonra, ağbisi Halit'e bağımlı yaşamasına neden oluyor.
Nasıl bir aileyse diyeceğim çocuğunu çirkin ve kadın olduğu için hayattan soğutuyor, düğün yapmamak için evlenilmesine bir şekilde mani olunuyor. Tamam, biliyorum, günümüzde, bundan daha da kötü örnekler çok var. Varsıl ve okumuş yazmış bir aileden, kızlarına karşı takınılan tutum karşısında insan sinirlenmeden edemiyor.
Fedakarlıklar hep Seniha'ya, hovardalık ve sorumsuzluklar hep Halit'e doğuştan verilmiş; birine ceza diğerine ödül gibi. Ama sonuçta Halit'e de ceza durumuna düşüyor, bu adaletsizlik. Sonuçta fedakarlıkların sürekli hale gelmesi, Seniha'nın görevi oluyor doğal sürecinde! Halit evin beyi, Seniha ise evin vekilharcı ya da kahyası konumuna geliyor.
Halit, karakterine o kadar sorumsuzluk ve ego yüklemesi yapılıyor ki, sonunda bencilin bayrak taşıyanı olup çıkıyor. İlerlemiş yaşına kadar eğlence yerlerinde gününü gün , -gecesini gece- ediyor. Sonra gün geliyor "eee hadi evleneyim bari" diyor. Evlendiği kadın da aradığı özellik, güzellik oluyor. (Çok maddeci, maneviyattan bihaber) Evleniyor da; karısına karşı sevgi dolu olmayı bırak, duyarlı bile değil. Bildiğin odunun teki. Kadın da, kocasını aldatıyor falan. (Madam Bovary misali.)
Benim derdim Seniha: Seniha, bu iki maddeci karakterle birlikte yaşamak zorunda kalıyor. Okumaya, öğrenmeye açık ve entelektüel bir insan ve kendi çabası ile Fransızca öğreniyor.
Günümüzde olsa Seniha, ne yapar eder, okur, diploma sahibi olur, Kpss ye girer, yıllarca atanamasa bile, sonunda bir mesleği olur, ağbisini ve karısını bu kadar kafaya takmaz, onlardan ayrılır kendi hayatını, kendi düzenini -evlenir ya da evlenmez- kurardı. -Bunu romanın sonunda gerçekleştiriyor ama komplekslerinden arınamıyor. Aklı hep ağbisinde.-  Ayrıca çirkinlik diye bir kavramın olmadığını, beğenmediği bir yeri varsa da, istese estetik ameliyat olur, kendine bakar, daha iyi kıyafetler giyer, bütün bunlar da kendine güvenini sağlardı. Ve bunun sonucunda da kendi hayatını yaşardı.
Günümüz, günümüz diyorum, bu kadar kadına karşı -kadının kadına karşı bile- psikolojik ve fiziksel olarak şiddetin olduğu zamanımızda, Nahit Sırrı Örik nasıl bir roman yazardı bilemiyorum... Her biçimde insanın özel hayatına ve gerçek anlamda tecavüzlerin, şiddetin olduğu hiç bir cezasının olmadığı günümüzdeki, N.S.Örik'in yazacağı romanın özü kıskançlıkla birlikte yoğun bir dram düşerdi kadına yine zamanımızın yansıması olarak...

Not: Bu romanı Zeki Demirkubuz filme uyarlamış, Nergis Öztürk'de çok başarılı canlandırmıştı. Yukarıdaki fotoğraf filmden bir kare. Romanı okurken, hep N. Öztürk'ün ses tonuyla okudum ve çok beğendim.

3 Aralık 2015 Perşembe

Sanki!

Dün ve bugün sanki kendime işkence edercesine Kemeraltı'na gittim. Eskiden pek bayılmasam da, hoşlanırdım, şimdi o kalabalığa ve özellikle -devriye- gezenlere dayanmak çok zordu.
Ege art başlıyor, ve evet gideceğim...

1 Aralık 2015 Salı

Ne desem boş!

Metroda gazete kağıdı üzerine oturup yalın ayak dilenen Suriyeli çocuk, biraz ilerde merdivenlerde Türk mü Kürt mü olduğunu kestiremediğim flüt çalan bir çocuk daha. O kadar çoklar ki. 
Dönüşte çöp konteynerinin içindeki küllerin içinden kendisine yemek arayan yaşlı bir adam.
Acı acı miyavlayan sokak kedileri, köpekler...
Her gün daha da duygularından arınmış insanlar. 
Bugün gördüklerim bunlardı ve her geçen gün daha da çoğalıyorlar...
Canım ne yazmak istiyor, ne bi şey... sanki içimde bi burgu var, kalbimi buruyor, midemde kompresör çalışıyor.
Ne demeli, ne yapmalı bilmem.
Gerçekten bilmiyorum. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...