22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kaptanın seyir defteri


Küçük korkularım var benim…
Belki senin de vardır genç adam ya da genç kadın. İhtiyar diyemem kimseye. Çoğu kişinin ihtiyarlık korkusu olduğunu biliyorum. Kendimden biliyorum tabii. İnsan, başka insanı önce kendisinde tanır.
Kendimi tanıtayım önce. Ben Azmi Yağmur. Yağmuru severdim sevmesine de, küçükken ilkokulda arkadaşlarım dalga geçtiği için Yağmur soyadını sevemedim gitti. Sonra etkiye tepki midir nedir, gittim kaptan oldum. Gemlik - Avşa Adası arası tur düzenleyen feribotun kaptanıyım. İşimi seviyorum… da, gitgelkonyaaltısaat monotonluğu adamı yoruyor be abicim.
Bereket masabaşı işi yapmıyorum. O ne ya, O? Müdür olmasaydım şayet, bi müdürün peşinde şak şak şak durumları vardır ki, adamı deli eder. Bi de müdürlere dair bi fıkra vardır bilirsiniz. Benim bacanak, “cıkcık Güler’in” kocası anlatmıştı. Bacanağın ismi, Şeref. Şeref o zamanlar şef. Mübarek adam, Bizimkiler dizisindeki şef gibiydi. Senelerce müdürüne ve patronuna şak şak yapmaktan, avuçlarının için nasır tuttu… rahmetli oldu kendisi şimdi. Allah rahmet eylesin, rahmet istedi zaar.
Karısı, benim baldız  cıkcık Güler, dul artık haliyle. Sık sık bize gelir. Seferden yorgun döndüğüm akşamlar onu evde bulacağım korkusu dört bi yanımı sarıyor abi. Nasıl sarmasın? Kadında bi çene var, bi de takıntılı zırzırzır zırrrr. Kafa ütülüyor.
Güç bela kendime banka kredisi ile bi araba aldım. Bunu da Şengül –benim hanım- tutturdu. Nemize gerek bizim, sütlü börek. Yani araba canım. Bi kere beni, park yeri korkusu sarıyor. Feribottan iniyorum, “park yeri var mıdır, park yeri var mıdır, park yeri var mıdır?  Yan komşu kıllı Haydar, kamyonetiyle koca yeri kapmamıştır inşallah, diye diye eve gitmekten helâk oluyorum. Ev dediğinde limanla arasında 500 metre haaa. Ama olmaz Şengül, illa alacaz. Koskoca kaptan kocam var, bi arabamız yok, diye tutturdu. Park yeri ararken  umrunda değil ki. Beşlik simit gibi yayılıyor koltuğa. Bunların sülalesi böyle. Geniş!
Ben de artık hergün arabayla limana gitmiyorum. Park yeri diye diye benim balatalar sıyrılıyor yahu. Markete uğrarsam anca çıkarıyorum. Market deyince, bizim köşede bakkal Rıza var. Marketten aldığım poşetleri görmesin namussuz herif. Bi göz dikmesi var ki…o poşetlerin altında kalsam, o kadar ezilmem abicim. İksrey cihazı o gözler namussuzum. Sonra bi paket sigara almak için bakkala gittiğimde, herifte bi afra, bi tafra… bi sigara ver derken bi eziliyorum. Geçenlerde yine böyle ezile büzüle sigaramı aldım, tam yakacağım, arkamdan Allah senden razı olmasın diye bağırdı mı? Bağırdı gök gözlü pezzooo. Yer yarılsaydı da, içine girseydim. Bi de kapının önünde, yarım pabuçlu eli belinde bi zilli vardı. Kah kah kahhh diye güldü. Ben de ne yapayım, küfür ettim tabii. İçimden canım.
… yolda yürüyorum. Arkamdan -çat çat  çat-  hızlı adımlarla gelen birinin sesi. Bu zamanda kimseye güven olmaz. Kimbilir arkamdan saldırcak mı, cüzdanı mı hüpletcek, ne yapcak belli değil. Sırf bu yüzden, yani arkamdan gelen ayak sesleri için, su içmeyi sevmediğim halde, küçük su şişesiyle dolaşıyorum. Elimde dursun. Adamın ayak seslerini ensemde hissedersem, boca ederim suyu. Şimdiye kadar olmadı ama, ya olursa?…
Geçen bankmatiğe gittim. Yine sıra varmış. Bu tatilciler geldi geleli böyle bizim buralar. Kışın tısss pıss ortalık. Girdim kuyruğa. Ben gene başladım içimden dua etmeye. İnşalla para vardır, inşalla para vardır, inşalla para vardır… bereket sıra çabuk geldi. Bazıları bin türlü işlemi birden yapıyor. Deliriyorum o zaman. Kartı yerleştirdim, arkadan vuran güneşin ekranı göstermemesine rağmen, şifreyi yazdım,  para kalmamış. Al o atm ye tekme indir. Yok ya, tekmeyi ne indircem. Küçük su şişesini ekrandan aşağı boşalt. N’olursa olsun.
Benim bi korkumda karayollarında seyahat ederken, dinlenme tesislerinin tuvaletlerinde kilitli kalmak. Sırf bu yüzden, en pahalı tesislerde dururum. Bi parça börek ayrana,  on beş lira veririm o ayrı. Afedersiniz tuvalet ihtiyacımı giderdikten sonra, o kilit açılmayacak gibi gelir. Yeni dönem tuvaletlerde bu durum yok işte. Şık diye açılır.
İşimin başında aklıma tuvalet falan gelmez. Gelse de Avşa’da, ya da Gemlik’te, karada ihtiyacımı gideririm. Feribotta ihtiyacımı gidermenin uğursuzluk getireceğine inandırdım kendimi. Ne yapayım, elimde değil.
Geçen çok sıkıştım. Ya herro, ya merro deyip girdim tuvalete. Bizim feribotun tuvaleti de allahlıkalibeyzamanından kalma. Dedim ya, gözüm görmedi bişey diye. İşimi bitirdim. Çıkcam. Yok açılmıyor. O sürgüyü sağa sola, sağa sola, panik halde çekiştirip duruyorum. Yok yok yok yok… olmuyor. Sanki nefessiz kaldım. Feribot seyir halinde. Delircem. Kapıyı yumruklamaya başladım. İçerden kilitlendiği için bişey yapamıyorlar, dakikalar ilerliyor. O dandik kilit yapıştı lan.  Yapıştı şerefsiz kilit. Açılmadı. Bu arada feribot gidiyor, gideceği yere. Omuz atsam nafile. Kapı demirden.
Çalışanlardan biri yetişmiş. Bi şeyler yapmış ama, en sonunda kayalara oturtmuş. Feribot öyle durdu.
Küçük korkularım vardı benim. Çok şükür birader, kazayı insan kaybı olmadan  atlattık ama bi dünya para gitti.
Küçük korkularım büyüdü lan. Çok büyüdü.


Not: Bu yazıyı aşağıdaki haberden esinlenerek, Marmara Denizi versiyonu olarak yazdım.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1060781&Date=22.08.2011&CategoryID=79

14 Ağustos 2011 Pazar

Olur olur, o da olur...



Edebiyat dünyası Elif Şafak’ın yaptığı söylenen intihali konuşuyor roman çıktığından beri.
Her iki romanı da okumadığımdan bi şey diyemeyeceğim. Fakat yapmış olması da muhtemeldir.
Çünkü bunu yapan yazarlar var Türkiye’de. Beni şaşırtan bu ülkede, her değdiğin insanda o kadar hikâye varken, intihal yapmak.  Türkiye’de yaşayan bi yazar için oldukça kısır bi hayalgücü diye düşünüyorum.  Boşuna mı çıkmış ‘ benim hayatım roman’ deyimi. Dışarıdan en pırıltılı görünen insanın hayatından dahi neler çıkıyor.
Elif Şafak’da benim asıl takıldığım nokta; gereksiz bi mütevazılık hali.  Gerçekten mütevazı olsa, tamam diyeceğim. Aslında bu mütevazılıktan da öte, üniversite master tezini Mevlana hakkkında yaptığı için;  ‘’bi lokma, bi hırka’’ ‘’erdim, hayatın sıırna vakıf oldum, uçmak üzereyim’’ tadında kanaldan kanala romanını pazarlamak için koşturmasını hayretle izliyorum. Gerçekten böyle biri olsa, bu kadar çok pazarlama yapmak durumunda olur mu insan? Üstelik  ben erdim, ben akıllıyım, ben başarılıyım, diye gizliden gizliye parmak sallaması da itici oluyor.
Bu sabah Cnn canlı yayındaydı.
Canlı yayından yaşanan olayı anlatmadan önce son Holivud modasından bahsetmem lazım ki, sabah yaşananlar daha iyi anlaşabilsin. Holivud’da kitap şeklinde çantalar moda olmuş. Bir zamanlar ‘akıllı olmayı ünlü olmaya tercih ederim!’ diyen Nathalie Portman’ın son filmi Siyah Kuğu filminin galasında elindeki Fransız tasarımcı Olympia Le Tan tasarımı kitap çanta, gençler arasında da oldukça moda olmuş.  Kitap ismi:‘’Lolita’’
Bu sabah canlı yayında Elif Şafak’ın editörü sürpriz bi şekilde geldi ve bu çantadan esinlenerek, İskender’in çantasını  Elif Şafak’a hediye etti. Gönlü yüce Elif Hanım, ‘aaa çok hoş, çok güzel’ falan gibi sözler söyledi. Spiker buna nasıl baktığını, böyle ürünler olabilir mi falan diye sorduğunda, ‘olabilir, olabilir, neden olmasın, sıcak bakıyorum’ dedi.
Bundan sonraki günlerde edebiyatın yan ürünlerini de rastlarsak şaşırmamak lazım.
Elif Şafak’ın para kazanma isteği beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren kısım, hırka ile ömrümü geçirip, elmadan başka bi şey yemiyorum deyip, bunları yapması. Bu yaptıkları diğer başarılarını silip süpürüyor.
Ayıp oluyor ama hem bize, hem de master  tezini yaptığı Mevlana’ya.
En bilinen sözü neydi Mevlana’nın:  Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol…




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...