"İnsanlar
birbirine mektup yazmalı. Çünkü mektupta sesin tonu belli olmaz.
Çünkü mektup düşünülerek yazılır. Birdenbire ağzımızdan
kaçan kelimeleri hiçbir şey geri getiremez. Söylediklerimizin
üstü çizilemez. Çünkü söylediklerimiz dinlenmeyebilir, sözümüz
kesilir, içeriye o anda biri girer, okunan mektup ise mutlaka
tamamlanır." A. Ali Ural - Posta Kutusundaki Mızıka
"Uzak
dediğin, önce içinde birikir insanın, sonrası yalnızca
yoldur..." Şairin Romanı - Murathan Mungan.
Facede
şu iki paylaşımı ard arda görünce, günlerdir düşündüğüm
konuyu yazmanın vaktidir diye düşündüm: Mektup ve mektup
arkadaşlığı... mektup biz küçükken arkadaş veya akrabalar
arasında olurken, mektup arkadaşlığı İngilizce ya da başka bir
dil öğrenmek isteyenlerin seçtiği yoldu. Sanaldı yani. Sanki
fecede yurt dışından biriyle arkadaş olmuşsun da, birbirinize
yaşadığınız coğrafya, kültür hakkında bilgi veriyormuş
gibiydi.
Ali
Ural – Posta Kutusundaki Mızıka isimli romanında insanların
birbirine mektup yazmasından dem vurmuş. Ama sonrasında gelen
satırlar bana hiç de samimi gelmedi. Yani çok düşünerek yazmak.
İnsan bu kadar planlı ve hesaplı olmamalı.
Ben
de eskiden arkadaşım Elif'e mektup yazardım. O zamanlar telefon
vardı tabii ama Elif'lerde telefon olmadığı için Murathan
Mungan'ın dediği gibi uzaklığı sadece yol olarak bilirdik.
Ben
ona monoton sandığım o günleri anlatırken o kadar acele acele
yazardım ki, elimdeki kalem beynimdeki olaylara ve düşüncelere
yetişmezdi. Elif bana bir sonraki mektubunda, son yazdıklarından
hiç bir şey anlamadım, o kadar çok şey atlamışsın ki diye
yazardı. Bir keresinde denizde, onu güneşin çarpmasından
saatlerce baygın yattığını anlatmıştı.
Ben
o zamanlar başka mektupların pullarını kesip sakladığım gibi,
onunkileri de keser, bir bardağın içine su koyar ve suyun içinde
bekleterek kağıtla pulun birbirinden ayrılmasını beklerdim. Kısa
zaman içinde de ikisi de birbirinden ayrışır ve bağımsızlıklarını
kazanırlardı. Ben de o pulun üzerine bakardım. Tarih ve yer hiç
değişmeyecek sanırdım. Hep aynı tarihte kalacağız ve hep o
Taksim postanesinden mektubu yollayacak. Pulu diğer pulların
yanına, pul defterine koyardım. Sonra açıp bakar mıydım? Hayır
bilirdim ki hep o orada... sonra ne oldu?
Elif
ikinci bir üniversiteyi kazandı. Yeni arkadaşlarından bahsetmeye,
yeni üniversitesinden bahseder oldu. Bizim de yavaş yavaş
mektuplarımız kesilir oldu tabii. İkimizin de hayatı başka
yönlere doğru akar oldu biz farkına varmasak da.
Ben
Elif'e içim kara dediğimde, o bu sene siyah çok moda ve çok asil
renk diye cevap verince Elif'le olan arkadaşlığımızın bittiğini
hissettim. Belki de arkadaşlığımız hiç başlamamıştı. Ama, o
benim içi kara deseydi, ben ona siyah bu sene moda ve asil renk diye
cevap vermezdim en azından.
Uzak
dediğin iki insanın arasında olur, hakikaten. Bizim için yol olan
uzaklık, gerçek uzaklığa ulaştı. Sonra ummadık bir anda ve
ummadık bir zamanda Elif'in ablasını gördüm. Son dakikada belki
de. Elif'i hiç sormadım bile. Babam arkadaşıma neden bu kadar
soğuk davrandığımı sordu. Davranırım dedim, babama. Ben
öyleyim. Gerçek arkadaşlığa inanmışsam ve sonra da onun gerçek
arkadaşlık olmadığını görmüşsem bir buzul parçası gibi
olurum. Soğukluğum yakar insanı.
Elif'le
karşılaştık yıllar sonra. Elif hiç bir şeyi unutmamış.
Arkadaşken yaşadığımız absürdlükleri ve yemeklerden en çok
neyi ve o dönemde hangi rengi sevdiğimi...
Ben
Elif'e diyemedim tabii, madem hiç bir şeyi unutmadın bunca yıl
neden... evet galiba bu cümlenin sonunu getiremiyorum.
Biz
pul ve anı biriktiren bir nesiliz... ama anılar acıtır insanı,
enteresan olan şu ki, güzeli de acıtır kötüsü de … sanırım
bir daha o yıllara dönmek istesen de, istemesen de, dönememekten
kaynaklanır bu.
Size
de öyle olur sanırım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder