14 Ekim 2012 Pazar

Roma'ya Sevgilerle




Hııımmmm. Hımmmm. Bin kere hımmm yazsam.
Sonra harika, harika, harika... Buraya da, bin kere değil, on binkere harika diye yazsam.

Sanıyorum her sezon sinema açılışını Woody Allen filmleri ile yapmaya başladım. Evet bu sezon ilk filmim “Peki Şimdi Nereye?” idi.

Sonra? Sonrası ilk filmim adres göstermiş gibi, Woody filmine götürdü beni. Geçen yılda baktım Paris'te Gece Yarısı filmi ile sezon açılışını yapmıştım. Evet, o filmi izlerken çok mutlu olmuştum ama, Roma'ya Sevgilerle filmi kadar değildi açıkçası. Paris'te Geceyarısı filminin ana örgüsü, kül kedisi gibi, hayır kül kedisinin tam tersi olarak, gece yarısından sonra geçmişteki masal dünyasına gittiği için, filmin çekimleri de doğal olarak karanlıkta geçmişti. Fakat film kahramanının, geçmişteki edebiyatçılarla, sanatçılarla konuşması, birlikte olmasını izlemek de çok çok güzeldi.
Filmin gündüz sahneleri için nasıl bir yorumda bulunabilirim? İşte burda bir “Hımmm” Zaten Woody Allen'ın her filmi romantik komedi tarzı. Gündüz sahneleri de bu örgüde işliyor. Paris bana güzel bir şehir olarak gelmediği için, şehri de bin yıldan beri orda burda izlediğimiz için pek de cazip gelmedi. Cilalanmış Turizm Dönemi (CTD) şehirlerine örnek gösterilecek bir şehir Paris. Üstelik de filmde Carla Bruni gibi sevimsiz bir yeteneksiz de olunca, “hımmm” larım, “ığğğmmm” lara dönüştü. Üstelik de Woody bu filmde sadece yönetendi. Ama bilirsin ki onun oyunculuğu çok acayip bir şeydir. Komediyi, karakterinin çok doğal haliymiş gibi kendiliğinden oynar.

Tamam, artık diğer filmden bahsetmek istiyorum.

Roma'ya Sevgilerle


İnsan film izlerken mutlu olur mu? Olur, arkadaş olur. Çekimleri hangi teknikle yapmışsa, o kadar güzeldi ki, karakterin yanında sanki sokaklarda yürüyorsunuz izlenimi doğuruyor insanda. Ondan ötesi; sokakta yürüdüğümde bu hissi duymuyorum. Zaten şehrin dokusu, mimarisi çok güzel. Her yer yaşanmışlıklarla ve bozulmamışlıkla dolu. İnsan kendisini hem geçmişte, hem de bugünde hissediyor.


Woody Allen geleneğini bozmayarak, bu filmde de, romantik komedi yoluyla günümüz dünyasını çok güzel eleştirmiş. Tabii unutmamam gereken en büyük detaylardan biri de, müzisyenliğini de çok acayip bi şekilde konuşturmuş.

Bir de üstüne kendisi de bu filmde oynamasın mı? Oynasın arkadaş, oynasın. Aynen o doğal komedi duygusu ve kendine güvenden kaynaklanan, kendiyle dalga geçebilme hali ile.

Woody emekli olmuş müzisyen. Emekli olmuş ama gerçek hayatındaki gibi biri. Kendisine emekliliği yediremiyor. O da Roma'ya turist olarak gelen kızının Aşk Çeşmesi'nin adresini sorduğu, genç yakışıklı avukatla tanışıp, evlenme kararıyla birlikte, Roma'ya psikolog karısı ile geliyor. Evet çok komik ama, kızı Aşk Çeşmesi'nin adresini sorduğu avukatla bir yemek, iki şehir turundan sonra evlenme kararı alıyor. Lap lup, labalubalup. Her şey bu kadar kestirmeden bu filmde.

Roma'da cenaze levazamatçılığı işi yapan dünürleri ile tanışırlar. Dünürün süper sesi vardır. Ve duş yaparken klasik müzik söylemektedir. Emekliliğinde kendisine yeni bir uğraş edinmek isteyen ve zaten kendisine emekliliği yediremeyen Woody, dünürünü hayatını donmuş bedenler arasında mı geçireceksin, diye gazlar. Klasik müzikte önemli kişilelerle tanıştırıp, onun yeteneğini ve kendisine yeni bir uğraş sağlayacaktır. Aslında daha çok kendisini diriltmek istemektedir. Fakat dünür, sadece duş yaparken şahane şarkı söylemektedir. Tabii avukat oğul babasının rezil olmasına çok kızar ve araya evlilik kurumu yüzünden griftleşen aile ilişkileri ile bir çiftin aralarının kolayca açılabileceğini gösterir. Sonra, sonra, sonraaa. Süper bi tiyatro sahnesi var. sırf bunun için bile izlenebilir. Üstelik de her zamanki sıkıcı olmayan mizahi üslubuyla.



Taşradan gelen gözü açılmaış saf ve birbirine bağlı! çiftin aslında birbirine hiç de sadık olmadıklarını, karşılarına ilk çıkan cazip kişilerle birbirlerini aldattıklarını ve sonra da her şeyi bildikleri halde “gulp, gulp, gulpp” midede hazmettiklerini izliyoruz.



Diğer eleştiri ise medyaya. Sıradan, çok sıradan, bi aile erkeğinin nasıl parlatılıp,cilalanıp, üstüne çullanıldığını, havadan sudan lise anket defteri düzeyindeki anlamsız sorularla her gece gündüz tv ye çıkarılmasını, (bugünkü Paris Hilton gibi belki) kırk kere güzel ya da yakışıklı ya da zeki derseniz, bunları yapan medya sayesinde popüler kültürü ve sonra onu tüketip yeni bir ikon yaratıp, yine aynı şeyi gerçekleştirdiğini bir güzel eleştiriyor.



Mimarlık adayı kadın ve erkeğin, kadının Amerika'da yaşayan sevgilisinden yeni ayrılmış, oyuncu fakat oyunculuk da yapamayan, akıllı desen akıllı değil, güzel desen güzel değil, oyuncu desen oyuncu olmayan çok sıradan birinin yakın kız arkadaşının sevgilisini elinden almaya kalkmasını, kendisini entelektüel gibi göstermek için her şiirden bir iki mısra, popülerlik kazanmış edebiyatçı, ressam, mimarların isimlerini ezberleyerek -mış, -muş tayfası üyesi olarak kendisine arkadaşının sevgilisini pekala aşık eder. Tam sevgilisinden ayrılacakken aşık olduğu hatuna gelen telefon sayesinde, oyuncu kızın gerçekten de oyuncu olduğunu anlar.

Filmin bu bölümünü mimar gencin orta yaş haliyle, genç haline durmadan öğüt verirken birlikte izledik.

Çok güzel bir filmdi. Çıktıktan sonra allam burayı var ya, Woody kimbilir nasıl güzel çeker, biz nasıl güzel bir alemdeymişiz gibi oluruz dedim.

Yaa hakkaten Woody Allen her sene filmlerini, Avrupa kentlerinde çekiyor ya, acaba İstanbulda'da çekmez mi? Nasıl, süper olmaz mı? 007 Bond Kapalıçarşı'nın damlarını iyice çökerttikten sonra, Woody içinde çekerek bizi mutlu eder, ne dersin?


2 yorum:

Ayşa (Ayşe Nur) dedi ki...

Sadece konunun değil, olayların geçtiği mekanlarında itinayla seçilerek çekilen filmlere bayılıyorum. Filme gitmek istiyorum ki en büyük nedenlerinden biri de başrollerdeki Penelope Cruz. Hiç bir filmde yanıltlmadı beni bugüne kadar.
İnş gidebilir vizyondan kalkmadan

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Evet mekan, müzik ve olaylar ve tabii oyuncu, senarist ve yönetmen farkı gerçekten de hepsi bu filmdeydi.:) Seveceğinizi tahmin ediyorum...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...