Hııımmmm.
Hımmmm. Bin kere hımmm yazsam.
Sonra
harika, harika, harika... Buraya da, bin kere değil, on binkere
harika diye yazsam.
Sanıyorum
her sezon sinema açılışını Woody Allen filmleri ile yapmaya
başladım. Evet bu sezon ilk filmim “Peki Şimdi Nereye?”
idi.
Sonra?
Sonrası ilk filmim adres göstermiş gibi, Woody filmine götürdü
beni. Geçen yılda baktım Paris'te Gece Yarısı filmi ile
sezon açılışını yapmıştım. Evet, o filmi izlerken çok mutlu
olmuştum ama, Roma'ya Sevgilerle filmi kadar değildi
açıkçası. Paris'te Geceyarısı filminin ana örgüsü,
kül kedisi gibi, hayır kül kedisinin tam tersi olarak, gece
yarısından sonra geçmişteki masal dünyasına gittiği için,
filmin çekimleri de doğal olarak karanlıkta geçmişti. Fakat film
kahramanının, geçmişteki edebiyatçılarla, sanatçılarla
konuşması, birlikte olmasını izlemek de çok çok güzeldi.
Filmin
gündüz sahneleri için nasıl bir yorumda bulunabilirim? İşte
burda bir “Hımmm” Zaten Woody Allen'ın her filmi romantik
komedi tarzı. Gündüz sahneleri de bu örgüde işliyor. Paris bana
güzel bir şehir olarak gelmediği için, şehri de bin yıldan beri
orda burda izlediğimiz için pek de cazip gelmedi. Cilalanmış
Turizm Dönemi (CTD) şehirlerine örnek gösterilecek bir şehir
Paris. Üstelik de filmde Carla Bruni gibi sevimsiz bir yeteneksiz de
olunca, “hımmm” larım, “ığğğmmm” lara dönüştü.
Üstelik de Woody bu filmde sadece yönetendi. Ama bilirsin ki onun
oyunculuğu çok acayip bir şeydir. Komediyi, karakterinin çok
doğal haliymiş gibi kendiliğinden oynar.
Tamam,
artık diğer filmden bahsetmek istiyorum.
Roma'ya
Sevgilerle
İnsan
film izlerken mutlu olur mu? Olur, arkadaş olur. Çekimleri hangi
teknikle yapmışsa, o kadar güzeldi ki, karakterin yanında sanki
sokaklarda yürüyorsunuz izlenimi doğuruyor insanda. Ondan ötesi; sokakta yürüdüğümde bu hissi duymuyorum. Zaten şehrin dokusu,
mimarisi çok güzel. Her yer yaşanmışlıklarla ve bozulmamışlıkla
dolu. İnsan kendisini hem geçmişte, hem de bugünde hissediyor.
Woody
Allen geleneğini bozmayarak, bu filmde de, romantik komedi yoluyla
günümüz dünyasını çok güzel eleştirmiş. Tabii unutmamam
gereken en büyük detaylardan biri de, müzisyenliğini de çok
acayip bi şekilde konuşturmuş.
Bir
de üstüne kendisi de bu filmde oynamasın mı? Oynasın arkadaş,
oynasın. Aynen o doğal komedi duygusu ve kendine güvenden
kaynaklanan, kendiyle dalga geçebilme hali ile.
Woody
emekli olmuş müzisyen. Emekli olmuş ama gerçek hayatındaki gibi
biri. Kendisine emekliliği yediremiyor. O da Roma'ya turist olarak
gelen kızının Aşk Çeşmesi'nin adresini sorduğu, genç
yakışıklı avukatla tanışıp, evlenme kararıyla birlikte,
Roma'ya psikolog karısı ile geliyor. Evet çok komik ama, kızı
Aşk Çeşmesi'nin adresini sorduğu avukatla bir yemek, iki
şehir turundan sonra evlenme kararı alıyor. Lap lup, labalubalup.
Her şey bu kadar kestirmeden bu filmde.
Roma'da
cenaze levazamatçılığı işi yapan dünürleri ile tanışırlar.
Dünürün süper sesi vardır. Ve duş yaparken klasik müzik
söylemektedir. Emekliliğinde kendisine yeni bir uğraş edinmek
isteyen ve zaten kendisine emekliliği yediremeyen Woody, dünürünü
hayatını donmuş bedenler arasında mı geçireceksin, diye gazlar.
Klasik müzikte önemli kişilelerle tanıştırıp, onun yeteneğini
ve kendisine yeni bir uğraş sağlayacaktır. Aslında daha çok
kendisini diriltmek istemektedir. Fakat dünür, sadece duş yaparken
şahane şarkı söylemektedir. Tabii avukat oğul babasının rezil
olmasına çok kızar ve araya evlilik kurumu yüzünden griftleşen
aile ilişkileri ile bir çiftin aralarının kolayca açılabileceğini
gösterir. Sonra, sonra, sonraaa. Süper bi tiyatro sahnesi var. sırf
bunun için bile izlenebilir. Üstelik de her zamanki sıkıcı
olmayan mizahi üslubuyla.
Taşradan
gelen gözü açılmaış saf ve birbirine bağlı! çiftin aslında
birbirine hiç de sadık olmadıklarını, karşılarına ilk çıkan
cazip kişilerle birbirlerini aldattıklarını ve sonra da her şeyi
bildikleri halde “gulp, gulp, gulpp” midede hazmettiklerini
izliyoruz.
Diğer
eleştiri ise medyaya. Sıradan, çok sıradan, bi aile erkeğinin
nasıl parlatılıp,cilalanıp, üstüne çullanıldığını,
havadan sudan lise anket defteri düzeyindeki anlamsız sorularla her
gece gündüz tv ye çıkarılmasını, (bugünkü Paris Hilton gibi
belki) kırk kere güzel ya da yakışıklı ya da zeki derseniz,
bunları yapan medya sayesinde popüler kültürü ve sonra onu
tüketip yeni bir ikon yaratıp, yine aynı şeyi gerçekleştirdiğini
bir güzel eleştiriyor.
Mimarlık
adayı kadın ve erkeğin, kadının Amerika'da yaşayan
sevgilisinden yeni ayrılmış, oyuncu fakat oyunculuk da yapamayan,
akıllı desen akıllı değil, güzel desen güzel değil, oyuncu
desen oyuncu olmayan çok sıradan birinin yakın kız arkadaşının
sevgilisini elinden almaya kalkmasını, kendisini entelektüel gibi
göstermek için her şiirden bir iki mısra, popülerlik kazanmış
edebiyatçı, ressam, mimarların isimlerini ezberleyerek -mış,
-muş tayfası üyesi olarak kendisine arkadaşının sevgilisini
pekala aşık eder. Tam sevgilisinden ayrılacakken aşık olduğu
hatuna gelen telefon sayesinde, oyuncu kızın gerçekten de oyuncu
olduğunu anlar.
Filmin
bu bölümünü mimar gencin orta yaş haliyle, genç haline durmadan
öğüt verirken birlikte izledik.
Çok
güzel bir filmdi. Çıktıktan sonra allam burayı var ya, Woody
kimbilir nasıl güzel çeker, biz nasıl güzel bir alemdeymişiz
gibi oluruz dedim.
Yaa
hakkaten Woody Allen her sene filmlerini, Avrupa kentlerinde çekiyor
ya, acaba İstanbulda'da çekmez mi? Nasıl, süper olmaz mı? 007
Bond Kapalıçarşı'nın damlarını iyice çökerttikten sonra,
Woody içinde çekerek bizi mutlu eder, ne dersin?
2 yorum:
Sadece konunun değil, olayların geçtiği mekanlarında itinayla seçilerek çekilen filmlere bayılıyorum. Filme gitmek istiyorum ki en büyük nedenlerinden biri de başrollerdeki Penelope Cruz. Hiç bir filmde yanıltlmadı beni bugüne kadar.
İnş gidebilir vizyondan kalkmadan
Evet mekan, müzik ve olaylar ve tabii oyuncu, senarist ve yönetmen farkı gerçekten de hepsi bu filmdeydi.:) Seveceğinizi tahmin ediyorum...
Yorum Gönder