Metro
daha doğrusu izban olduğundan beri Menemen bize artık bir vagon
uzaklığında.
Yağmurdu,
şuydu, buydu bi sürü şey araya girince epeydir yakın çevre
gezisi yapmamıştık. Siftahı Menemen'le açmaya karar verdik.
Menemen'in
benim için şöyle bir özelliği var: yol kenarında olan bütün
kasabalar, şehirler gibi insanın (benim) şehrin içine girip de
gezme isteği uyandırmıyor. “eee geçtik ya, eee gördük ya,
bundan daha başka ne olur ki? dedittiriyor. Sanırım böyle
düşünmeme neden, memleketin şehir planlamasının, tek elden
çıkmış gibi klişe; ortada bir cadde, sağlı sollu üçüncü
sınıf apartmanlar, altında dükkânlar ve ne kadar küçük bir
şehir olsa dahi, doğru dürüst bir park yeri bulamamaktan geçiyor.
Evet
böyle ama. Zamanında kim bu şehir planlamasını yaptırdı ve
onay verdiyse, şehirlerin ağzının içine takır takır yapmış.
O
kadar gezmeyi sevdiğim halde, farklı bir şehir göremeyeceğimi
bildiğimden aynımsı şehirlere gidince gıcıklarım hop oturuyor
hop kalkıyor.
Hem
bu Menemen'in kıyısından daha önce defalarca geçtiğimi
söylemiştim değil mi? Evet! Sepetçilerinden sepet,
çömlekçilerinden de çömlek almışlığımız vardı.
Şimdi
bir şehre gittim, havası temiz, insanları mutlu, amcaları
teyzeleri şefkat doluydu, ahhh bu iyilik ve naiflik sayesinde
kalbimde milyoz kere kelebekler kanat çırptı yazısı yazmıcam.
Gerçekler beni daha çok ilgilendiriyor. Doğruya doğru, eğriye
eğri istikametinde gezi yazısı olacak.
Evetttt, metro ve izban'da anlatılacak ne var ki? Metronun hızlılığı,
izbanının vagondan ziyade dalgalı bi denizde gemiye binmişsin
gibi his veren hülyalı süratinden başka. Neyse ki acelemiz
olmadığı için rahat rahat oturduk. Ta ki Egekent, Ulukent
duraklarına kadar. Bundan sonra “acaba burası mı Menemen?”
diye endişelenmedim değil.
Endişelerim
yersizmiş. İner inmez canım çay çekti. “Offf bir çay bahçesi
olsa da girsek” derken karşımıza çay bahçesi çıktı.
Güzeldi. Ama servis can sıkıcıydı benim açımdan. Çay güpgüzel
değil ama güzeldi işte. Çayı soğutarak içmeyi sevdiğim için,
son yudumlarını da oldukça soğuttum. Aceleci garson son
yudumlarımı içerken zebellah gibi başımda dikildi mübarek.
Yuhhhh çektim mi? Tabii ki!
Sonra
şehrin merkezine doğru yürüdük. Hiç sevmediğim üçüncü ve
dördüncü sınıf apartmanları geçtikten sonra, çok sevdiğim
yuvarlak köşeli mimariye sahip, 1950'li yıllardan kalma, iki katlı
bir evin önüne geldik.
Bahçesindeki sarmaşık gülleri görünce
gözlerime inanamadım. Bu güller gerçek mi? He valla gerçek. O
zaman hemen fotoğrafını çek.
Sonra
ilerledik durduk işte. Yani, kasaba olarak pek dikkat çekici bir
özelliği yok. Kopi peyst şehir mimarisine doğrusu şaşırmadım.
İnsan beklentisini düşürünce, gıcıklarımın hop oturur hop
kalkması gibi bir durum bahis konusu olmuyor. Bu durum karşısında
kayıtsız kayıtsız bakıyorsun.
O
güzel evi biraz geçince çok güzel bir camii ile karşılaştım.
Böyle büyük ve eski bir cami İzmir'de dahi yok.
Sanki bana
kiliseden çevrilmiş gibi geldi. Üşendiğimden, Menemen'deki Yeni
Cami ne zaman yapıldı, eskiden kilise miydi falan diye, gugıl
hazretlerine sormadım.
Biraz
ilerde koskoca bir parkla karşılaştım. Böyle denizi olmayan kara
şehir ve kasabalarında parka çok önem veriyorlar. Eee ama yani,
olması gerekir tabii. Kendi bildim bileli deniz kenarında yaşadığım
için böylesi bir parkı Balıkesir Akçay'a çocukken tatile
gittiğimizde görmüş, bana o zamanlar çok da sevimli gelmişti.
Tabii devamlı yaşasam aynı sevimlilik devam eder miydi,
tartışılır.
Yürüdük
yürüdük, aslında o kadar da yürümedik. Neticede iki adımlık
bir yer burası. Hemen bitiveriyor. Güzel bir yufkacı görünce hiç
kaçırmadık tabii. Yöresel lezzetler ilgi alanıma giriyor.
Sonra
et. Öyle çok kasap dükkanı var ki. Kafamı çevire çevire
geçtim. Hayır pisliğinden falan değil, tam tersi çok temiz ve
has gibi duruyordu vitrindeki etler, ama ben artık vejeteryan
olduğumdan bakamıyorum. Aslına bakarsanız kokusu öyle güzel
geliyor ki. Bir büfe vardı mesela, şehirde gördüğünüz nallı
marka döneri satan yer gibi duruyor dekorasyon itibarıyla ama et
kokusu nefis geldi. Nesli “yicek misin?” dedi. Ben “hayırrr” dedim. Yiyemem artık. Trak geldi bana. Bundan önce ne kadar
çok karar vermiştim et yememeye de, sözümde duramamıştım.
Şimdi kendiliğinden oldu. Bi Lusi ve Viki kızının dostluğundan,
hayvanlara yapılan zulümden sonra sanki insan eti yiyormuşum gibi
hissediyorum.
Şu
şehirlerde ve kasabalarda ve köylerde vızztttt, vızzzttt diye
sivrisinek gibi geçen garabet bir motosikletler var ya, onlara evvel
ezel sinir oluyorum, bir psikopat resmen üstüme sürdü,
eşşoğlueşşek. Bu toplumun ruh sağlığı bozuk, şiddet dolu.
Artık bunun bana yansıması küfretmek şeklinde oluyor.
Immm
unuttuğum bi şey var mı diye düşünüyorum şu anda. Tamam
buldum: ne gerek varsa, iki üç metrelik yerleri telle çevirerek
tavşan kafesleri yapmışlar. Hayır, ne gerek var buna. Şimdi sen
hayvansever mi oldun, o hayvanları oraya tıkmakla. Yoksa çocuklara
tavşan mı gösteriyorsun diye çok mu çocukseversin? Yedik!
Sanıyorum
izban sayesinde buranın özellikle kasap ve mandralarının bilançosu
olumlu anlamda hareketlenmiştir. Ben de vejeteryansam da vegan
olmadığımdan, peynir meynir gibi şeyler aldık.
Size de tavsiye
ederim, yakınlardaysanız.
4 yorum:
senin bu gezi notlarını okurken neden oraya yerleştiğini anlamaya başlıyorum gittikçe. istanbul'un etrafında gezilecek görülecek bi adet kasaba yok. Eskiden yani çalışırken dağ bayır maden filan ararken bol bol kasaba ve köy görme şansım olurdu. Meslektaşlarım arazi dönüşü kahveden çıkmazken ben asla almayacağım şeyler için tezgahları gezerdim. Yani diyeceğim şu ki, seni okurken burnumun direği sızladı valla.
bi de buranın özelliği, çevre kasabalara çok yakın oluşu. hele metro çok kolaylaştırdı. istanbul'da şehrin içinden çıkana kadar akşaö olur. baharları güzel geçiyor :) çok sağol :)
Cami ne güzelmiş,umarım bir gün ziyaret fırsatım olur Menemen'e
Camiyi gördüğüm an çok şaşırdım. Hem tarihi ve estetik hem de bir kasaba için oldukça büyüktü. Seversiniz umarım :)
Yorum Gönder