15 Kasım 2012 Perşembe

Yürüyüş günlerimiz


Ben artık değiştim. Hem de çok. Yaz mevsimini ve güneşi taparcasına seven ben gitti, yerine sonbaharı, rüzgarı, ve hatta kış ayazını seven başka biri geldi. Güneş artık gitsin, güneş artık gitsin, diye hergün dua etmeye başladım. Sonunda nihayet gitti. Gerçi kış güneşi İzmir'de hiçbir zaman gitmez ama olsun.
Kış mevsiminin kısa günleri de seviyorum. O kısa günleri dolduracak o kadar çok şey buluyorum ki. Yaz mevsiminde yapamadığım kadar. O uzun, upuzun günlerde evet hiç bir şey yapamıyordum. Çünkü güneş bizi bayıltıyor, sürekli uyku hali bünyeye yerleşiyor. 
Sonbaharda yapılacak çok şey arasında benim için yürüyüş de başladı. Hem de kilometreleri ardımızda bıraka bıraka ne kadar çok yürüyoruz. 
Bari yürüyoruz, fotoğraf makinasını yanıma alayım da, enteresan şeyleri çekeyim diye düşündüm. Öncelikle yüksek yüksek tepelerde oturan bizim, yürüyüş parkuru şu aşağıdaki merdivenlerden inerek başlıyor. Ve yan taraftaki evi de nasıl yapmışlarsa yapmışlar, sarmaşık bitkisiyle kaplamışlar. Karşısında Tarihi Asansör var ve manzaraları da ağaçlara bakıyor.

 Veee Mustafa Kemal Sahil Bulvarı... Deniz kenarından yürümek çok şahane oluyor. En azından egzos kokularından çok iyot kokusu çekiyoruz. Denize bakmak da insana iyi gelirmiş ya, geliyor. Eskiden iç tarafta yürüdüğümde, içime fenalık çökerdi. Hiç sevmiyordum ve belki de bu yürüyüşler en fazla 15 gün sürerdi. 


Burada o kadar çok balık tutan var ki. Fakat anlamıyorum Körfez temizlendiyse de buradan balık yiyecek kadar değil. Birazdan aşağıda nedenini görecekseniz. Tamam eskiden Körfezde canlı yoktu, berbat derecede kirliydi ama şimdi de balık yemek de nesi? İnsan sağlığını bu kadar tehlikeye atar mı? Lütfen bana n'apsınlar demeyin. Sonradan öğrendim ki meğerse bu balıkları da zaten onlar yemiyorlarmış. Şu aşağıdaki kara lekeleri görüyor musunuz? Bütün sahil boyunca bunlar var. bu kara lekeler, buradaki amatör balıkçıların yüz karası. 

 İşte gördünüz mü kirliliği? Adeta deniz masmavi! Tabii sadece, pet şişelerin maviliklerinden kaynaklanıyor.




Masmavi temiz denizden aşağıda gördüğünüz balığı tutuyorlar. Mürekkep balığı. Fakat ondan önce bir başka tür mürekkep balığını henüz tutulmuşken gördüm ve tutan balıkçıya bu siyahlıkların o balıklardan mı çıktığını sorduğumda, "evet" cevabını aldım. Bunları yiyor musunuz diye sorduğumdaysa "biz bunları lüks restoranlara satıyoruz. Onlar da kalamarla karıştırıp, kalamar diye millete yediriyorlar" dedi. "Helal olsun" dedim. Ama onun tuttuğu mürekkep balığının rengi "kirli yosun yeşili" gibiydi. Denizden hemen çıktığı için can çekişiyordu ve ona daha fazla bakıp, bi de üstelik fotoğrafını çekmeye içim el vermedi. Eskiden Hatemi kardeşlerden biri, o ağır konuşmasıyla "olta balığını yemeyin, yazık hayvan olta iğnesinden dolayı çok acı çekiyor" diiyordu ve ben de adamın konuşmasından dolayı mıdır nedir, biraz gülüyordum. Daha sonra düşününce adamın ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Olta balıkçılığını hele zevk için yapanlara ifrit oluyorum. Zaten et benden mümkün olduğunca uzak olsun, ben yemeyeyim istiyorum. Fakat aylardır yemediğim zaman da insan genetiğimdeki canavarlık su üstüne çıkıyor ve et istiyorum. Offf nereler geldim. Oysa yürüyüş henüz bitmedi. 




Şu güvercinleri görüyor musunuz? Ne güzeller. Hayatta sadece insan canlısı olsaydı, hayat benim için çekilmez olurdu. Son zamanlarda bir ülkenin medeniyetini ölçmenin en basit yolunun, hayvanlar insanlardan kaçmıyorsa bu ülkede iş var abi, diye düşünüyorum. Düşünüyorum da ne olacak? Bu ülkede kedi, köpekler insan görünce deli gibi kaçıyorlar. Medeniyet durumunu bilsen n'olcak, bilmesen n'olcak? Sanki başka ölçü yokmuş, sanki durum ortada değilmiş gibi.



Neyse biz şu karşıki dağlara bakalım. Şu karşıki dağlar var ya orası Balçova dağı. Eskiden orada teleferik vardı. Birkaç kere de çıkmışlığım vardı. Manzarası da çok güzeldir. Belediye orayı daha güzel işleteceğine, zarttt diye kapattı. Biz de şimdi öyle bakıyoruz sadece.

Tam çöplerin içinden balık tutmanın zevki de bir başka oluyor olmalı.:)


Burası da Karşıyaka. Fanatiklerinin plakasını 35/5 olarak tanımladığı yer. Karşıyakalılar kendilerini İzmirli olarak tanımlamazlar. Nerelisin diye sorulduğunda Karşıyakalıyız, Kemeraltı'na gelmek için yola çıksalar, İzmir'e gidiyoruz diye cevap verirler. Ve iflah olmaz bi Göztepespor, Karşıyakaspor rekabeti vardır. 

 Şu karabatağı o kadar çok zor çektim ki. Eleman zıpkın gibi dalıyor ve ağzında balıkla çıkıyor. Balığı da yalamadan yutuyor. Balık kesin kursağında oynayıp duruyordur.:) 




Güzelyalı üstgeçidi ve Güzelyalı iskelesi. Burada o kadar yürüyen var ki, sonunda kendi gezici esnafını üretmiş vaziyette. Yürüyenlere su, oturanlara çekirdek, çocuklara şeker falan satıyorlar. 



Burası da kilometreleri geride bıraktıktan sonra oturup mola verdiğimiz yer. Nerde trak Orda bırak. :) Tabii sonra devam edebilmek için. 



Aşağıda karşıda gördüğünüz yeşil tepe ise, GözTepe. Devamı Hatay semti. Eskiden bu kadar fazla değildi apartmanlar. Mekan, mekan, mekan. Her yer mekan doldu...

2 yorum:

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

İzmir'in yazı da çekilmez gerçekten canım. Ama ne mutlu sana deniz kenarında yürüyüş yapabilme imkanın var. Ben en çok bunu isterdim evim sahile yakın olsun denizin kenarında yürüyeyim. Bu konuda çok şanslısın.

Hilekarlık ne yazık ki her yere vurmuş artık.
ALLAH ıslah etsin millete neler yediriyorlar.

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

İzimir'in yazı öyle bir güneşli ki, insanı illallah dedirtiyor. Ama haklısın sahilde yürüme, denize bakmak çok dinlendirici. Lüks restoranlarda neler yediriyorlar adama. Pess. Nasıl üzüldüm o hayvanlara...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...