Derdâ
ve Derda... aynı yaşta; biri kız, diğeri oğlan çocuğu...
Korucu
kızı Derdâ. Ve hapisteki gaspçının oğlu Derda'nın, evlerinin yanındaki mezarlıkta para kazanıp yaşamaya
çalışması... Annesi göz kanserinden ölen, annesinin ölüsünü
ne yapacağını bilemeyen, Fevzi gibi olmak istemediği için,
yatılı okula gönderilmek istemeyen Derda'nın yaşamda kalma
savaşı. Ama ne savaş...
Derda
ne demekmiş biliyor musunuz? Bir manası; dertli, sıkıntılı,
tasalı. Nasıl da bu iki çocuğun yaşamına uyuyor bu isim.
Ve
diğer anlamı yani aşk dilinde manası ışık, keramet, mucize...
Ve
romanın sonunda bu mucize nasıl gerçekleşiyor.
Dert
mi istiyorsunuz? Dibine kadar! Tasa mı? Tasanın ne olduğunu
göreceksiniz. Zaten kapak tasarımına baktığınızda normal
görünen insanların, içlerinin kara hali ve dolayısıyla toplumun
karanlık yüzünü ve yeraltını anlatıyor.
Yatılı
okulun acımasızlığını. 23 yaşında intihar eden, cinsel
şiddete, çaresizliğe dayanamayan öğretmen Yeşim.
6 yaşında yatılı okula yolu düşen, ilk gecede tavandaki yarığı
böcek sanan, ağzının içine düşeceğinden korkan, korkusundan
ranzadan düşüp öylece birdenbire ölüveren kız çocuğu.
İngiltere'deki uyuşturucu satıcısı Kara T.nin kızkardeşi.
Sebep Derdâ mı?
Derdâ'nın
Derda ile mezarlıkta karşılaşması. Tam 40 yıl birbirlerine çok
uzaklarda birbirlerine hazırlanmaları.
Önce
Derdâ'yı anlatmış yazar. 11 yaşında tarikat şeyhinin oğluyla
evlendirilen korucu kızı. Tam beş yıl boyunca İngiltere'de bir
apartmanda hapis hayatı yaşamasını ve kocasının şiddetini...
Çocuk
şiddeti, hayatın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti.
A'dan Z'ye şiddet, dilin ve yazını şiddeti.
Bu
kadar çok tesadüf bu kadar çok olay, bu kadar fazla karanlık. Bu
kadarı yeter dedim, bu kadar olamaz artık. Ama sonra düşününce, yeraltı hepsini barındırıyor. İşkenceyi, cinselliği, fuhuşu,
açlığı, acımasızlığı, sevgisizliği, tarikatları,
uyuşturucuyu, korsan işleri, tetikçiliği...
Bütün
bunların hepsi ne için? Bu çocuklara, insanlara zulmetmek ne için?
Sadece para kazanmak için mi, yoksa ruhlarının karanlıkları
fazla olan insanların bütün bunları bahane edip, insanlar
üzerinde güçlerini kullanıp, onlara içlerinden taşan
zapdedilmez şiddeti uygulamak için mi?
Beş
yıl sonra tarikat şeyhinin evinden kaçıp kurtulan Derdâ'nın
fuhuşa, eroine alışması. Eroinman olması. Rehabilitasyon
merkezinden emekli hemşire Anne sayesinde kurtulması, Anne'ın
Derdâ'ya gerçekten annelik etmesi.
Derdâ'nın
edebiyat sayesinde kendini kurtarması.
Sonra
ikinci bölüm. Derda. Mezarlık çocuğu Derda. Artık Derdâ'yı
okuduktan sonra bu mezarlık çocuğunun hayatın Derdâ kadar olamaz
dedim. Bu kadar şiddet görmez. Yanılmışım. Bir insan hele bir
çocuk bütün bunları yaşayabilir mi? Açlık, sefalet değil.
Ondan daha öte. Derda'yı da okuma yazma bilmediği halde edebiyatın
kurtarması. Hem de kim biliyor musunuz? Oğuz Atay'ın. O kadar
derdinin içinde sadece okumayı öğrenen çocuğun, girdiği korsan
işinde üniversite öğrencisi Saruhan'la tanışıp ondan kahvede 5
çay ısmarlama karşılığında okumayı öğrenmesi. Saruhan'ın
Tutunamayanlar romanını Derda'ya vermesinden sonra, yalnız
yaşayan çocuğun Oğuz Atay'ın baba olması belki. Oğuz Atay'ın
döneminde anlaşılmamış olmasına içerleyen Derda'nın
yaptıkları.
Ve
İngiltere'de yaşayan hemşire Anne ile Oğuz Atay'ın yollarının
1978 de hastanede kesişmesi. Oğuz Atay'ın başının ağrısını,
“başım Ağrı Dağı” diye ifade etmesi.
Anne'nin
mezarlık bekçisi Derda ile Oğuz Atay'ın mezarında yıllar sonra
karşılaşması. Aslında Derda'nın "korkuyu beklerken," korkudan, Anne sayesinde uzaklaşması ve Oğuz Atay'ın mezarını yıllarca
hergün temizlemesi, çiçek ekmesi. Oğuz Atay'ın mezarının ona
dert ortağı olması, Ama Oğuz Atay olduğunu bilmeden.
Yıllar
sonra 40 yaşında karşılaşan hayatları bambaşka şekil almış
bu iki insanın yine Oğuz Atay'ın mezarında karşılşamaları.
Derdâ'nın Derda'ya yazdığı mektubun son paragrafı: Diyebilirsin
ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne
kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle
demeliyim. Seni az tanıyorum... Az...
sende
fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z.
sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfebe var. o alfabeyle
yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana
söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin
arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için
yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için.
Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş
gibiler. Seninle benim gibi...
Yazar
aynı isimle iki farklı cinsiyete sahip karakterleri küçük yaşta
yalnız, sahipsiz kalmış çocuklara neler olabileceğini hatta
olduğunu anlatmış gibi düşündüm. Bunca pisliği aşıp
mutlu sonla bitmesi oldukça ütopik olması ise; çocuklar için
böyle bir dünyayı reva görmediğini, yazıyla da olsa çekip
kurtarmayı dilediğini hissettim.
4 yorum:
Her ne kadar hüzünlü ve kasvetli şeyleri okumaktan uzak tutsam da kendimi bu romanı merak etmeden duramıyorum. Sanırım alıp okuyacağım.
Çok güzel bir roman bu. Tavsiye ederim. Aslında hüzünden çok hayatın acımasızlığı var. İçini kanırtıyor. Biraz sarsılsan da gayet iyi geliyor. Ama dünya düzeninin ne kadar kötü olduğunu görüyorsun :(
Selam
AZ yi okudum,ben de tesadüflerin abartılı olduğunu düşündüm okurken,bazen yuh artık dedim hatta.Mesaj kaygısı çok fazla bir romandı gibi geldi ama,şiddeti ve gerçeği iyi de yansıtmış doğrusu.
Bloguma beklerim ben de.Takipçim olur,önerilerinizi yazarsanız sevinirim.selamlar..
Merhaba, bana da tesadüfler eski yerli filmleri hatırlatsa da, zaten kitabın sonunu da ütopik bir şekilde bitirdiğinden, bunu özelllikle yaptığını düşündüm. HAtta ikisinin de isminin aynı olmasını, iki çocuk gibi görünse de bütün çocukları anlatmak istiyor gibi geldi. Sizi de beklerim her iki bloguma. Sanırım sizde kitap okumayı seviyorsunuz:)
Yorum Gönder