19 Kasım 2012 Pazartesi

AZ / Hakan Günday



Derdâ ve Derda... aynı yaşta; biri kız, diğeri oğlan çocuğu...
Korucu kızı Derdâ. Ve hapisteki gaspçının oğlu Derda'nın, evlerinin yanındaki mezarlıkta para kazanıp yaşamaya çalışması... Annesi göz kanserinden ölen, annesinin ölüsünü ne yapacağını bilemeyen, Fevzi gibi olmak istemediği için, yatılı okula gönderilmek istemeyen Derda'nın yaşamda kalma savaşı. Ama ne savaş...
Derda ne demekmiş biliyor musunuz? Bir manası; dertli, sıkıntılı, tasalı. Nasıl da bu iki çocuğun yaşamına uyuyor bu isim.
Ve diğer anlamı yani aşk dilinde manası ışık, keramet, mucize...
Ve romanın sonunda bu mucize nasıl gerçekleşiyor.
Dert mi istiyorsunuz? Dibine kadar! Tasa mı? Tasanın ne olduğunu göreceksiniz. Zaten kapak tasarımına baktığınızda normal görünen insanların, içlerinin kara hali ve dolayısıyla toplumun karanlık yüzünü ve yeraltını anlatıyor.
Yatılı okulun acımasızlığını. 23 yaşında intihar eden, cinsel şiddete, çaresizliğe dayanamayan öğretmen Yeşim.
6 yaşında yatılı okula yolu düşen, ilk gecede tavandaki yarığı böcek sanan, ağzının içine düşeceğinden korkan, korkusundan ranzadan düşüp öylece birdenbire ölüveren kız çocuğu. İngiltere'deki uyuşturucu satıcısı Kara T.nin kızkardeşi. Sebep Derdâ mı?
Derdâ'nın Derda ile mezarlıkta karşılaşması. Tam 40 yıl birbirlerine çok uzaklarda birbirlerine hazırlanmaları.
Önce Derdâ'yı anlatmış yazar. 11 yaşında tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı. Tam beş yıl boyunca İngiltere'de bir apartmanda hapis hayatı yaşamasını ve kocasının şiddetini...
Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti. A'dan Z'ye şiddet, dilin ve yazını şiddeti.
Bu kadar çok tesadüf bu kadar çok olay, bu kadar fazla karanlık. Bu kadarı yeter dedim, bu kadar olamaz artık. Ama sonra düşününce, yeraltı hepsini barındırıyor. İşkenceyi, cinselliği, fuhuşu, açlığı, acımasızlığı, sevgisizliği, tarikatları, uyuşturucuyu, korsan işleri, tetikçiliği...
Bütün bunların hepsi ne için? Bu çocuklara, insanlara zulmetmek ne için? Sadece para kazanmak için mi, yoksa ruhlarının karanlıkları fazla olan insanların bütün bunları bahane edip, insanlar üzerinde güçlerini kullanıp, onlara içlerinden taşan zapdedilmez şiddeti uygulamak için mi?
Beş yıl sonra tarikat şeyhinin evinden kaçıp kurtulan Derdâ'nın fuhuşa, eroine alışması. Eroinman olması. Rehabilitasyon merkezinden emekli hemşire Anne sayesinde kurtulması, Anne'ın Derdâ'ya gerçekten annelik etmesi.
Derdâ'nın edebiyat sayesinde kendini kurtarması.
Sonra ikinci bölüm. Derda. Mezarlık çocuğu Derda. Artık Derdâ'yı okuduktan sonra bu mezarlık çocuğunun hayatın Derdâ kadar olamaz dedim. Bu kadar şiddet görmez. Yanılmışım. Bir insan hele bir çocuk bütün bunları yaşayabilir mi? Açlık, sefalet değil. Ondan daha öte. Derda'yı da okuma yazma bilmediği halde edebiyatın kurtarması. Hem de kim biliyor musunuz? Oğuz Atay'ın. O kadar derdinin içinde sadece okumayı öğrenen çocuğun, girdiği korsan işinde üniversite öğrencisi Saruhan'la tanışıp ondan kahvede 5 çay ısmarlama karşılığında okumayı öğrenmesi. Saruhan'ın Tutunamayanlar romanını Derda'ya vermesinden sonra, yalnız yaşayan çocuğun Oğuz Atay'ın baba olması belki. Oğuz Atay'ın döneminde anlaşılmamış olmasına içerleyen Derda'nın yaptıkları.
Ve İngiltere'de yaşayan hemşire Anne ile Oğuz Atay'ın yollarının 1978 de hastanede kesişmesi. Oğuz Atay'ın başının ağrısını, “başım Ağrı Dağı” diye ifade etmesi.
Anne'nin mezarlık bekçisi Derda ile Oğuz Atay'ın mezarında yıllar sonra karşılaşması. Aslında Derda'nın "korkuyu beklerken," korkudan, Anne sayesinde uzaklaşması ve Oğuz Atay'ın mezarını yıllarca hergün temizlemesi, çiçek ekmesi. Oğuz Atay'ın mezarının ona dert ortağı olması, Ama Oğuz Atay olduğunu bilmeden.
Yıllar sonra 40 yaşında karşılaşan hayatları bambaşka şekil almış bu iki insanın yine Oğuz Atay'ın mezarında karşılşamaları. Derdâ'nın Derda'ya yazdığı mektubun son paragrafı: Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim. Seni az tanıyorum... Az...
sende fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfebe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Seninle benim gibi...
Yazar aynı isimle iki farklı cinsiyete sahip karakterleri küçük yaşta yalnız, sahipsiz kalmış çocuklara neler olabileceğini hatta olduğunu anlatmış gibi düşündüm. Bunca pisliği aşıp mutlu sonla bitmesi oldukça ütopik olması ise; çocuklar için böyle bir dünyayı reva görmediğini, yazıyla da olsa çekip kurtarmayı dilediğini hissettim.

4 yorum:

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

Her ne kadar hüzünlü ve kasvetli şeyleri okumaktan uzak tutsam da kendimi bu romanı merak etmeden duramıyorum. Sanırım alıp okuyacağım.

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Çok güzel bir roman bu. Tavsiye ederim. Aslında hüzünden çok hayatın acımasızlığı var. İçini kanırtıyor. Biraz sarsılsan da gayet iyi geliyor. Ama dünya düzeninin ne kadar kötü olduğunu görüyorsun :(

Unknown dedi ki...

Selam
AZ yi okudum,ben de tesadüflerin abartılı olduğunu düşündüm okurken,bazen yuh artık dedim hatta.Mesaj kaygısı çok fazla bir romandı gibi geldi ama,şiddeti ve gerçeği iyi de yansıtmış doğrusu.
Bloguma beklerim ben de.Takipçim olur,önerilerinizi yazarsanız sevinirim.selamlar..

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Merhaba, bana da tesadüfler eski yerli filmleri hatırlatsa da, zaten kitabın sonunu da ütopik bir şekilde bitirdiğinden, bunu özelllikle yaptığını düşündüm. HAtta ikisinin de isminin aynı olmasını, iki çocuk gibi görünse de bütün çocukları anlatmak istiyor gibi geldi. Sizi de beklerim her iki bloguma. Sanırım sizde kitap okumayı seviyorsunuz:)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...