Aslında bu kitap, Hintli Sidarta’nın arayış
öyküsü görünse de, kitabı okuyan herkes onunla birlikte
heyecanla kendi arayışını sürdürecektir.
Belki okumayanlar dahi bu arayışları
mutlaka yapmışlardır.
… nedenlerin tükendiği sonu
kolluyordu, acılardan ölümsüz kurtuluşun doğumunu kolluyordu.
Duyularını sindirip ezdi, hafızasını yok etti, kendi Ben’inden
sıyrılıp binbir yabancı görünümüne girdi, hayvan oldu,
hayvanın ölüsü oldu, taş oldu, su oldu, ancak hep kendine
dönüyordu, güneş yine ışıyordu, ay yine ay’dı, Ben yine
Ben, çıkmaz dolaptan çıkış yoktu, açlığı duyuyor, açlığı
yeniyordu, açlığı yeniden duyuyordu.
Belki bin kez Ben’liğini
bıraktı, bıraktığı yerden başlayıp ben’siz Ben’liksiz
yaşadı, yürümediği yol, öğrenmediği yöntem kalmadı, ancak
Ben’den çıkıp giden tüm yollar sonunda yine Ben’e varıyor,
Ben’de kavuşuyordu. Sidarta Ben’den kaçmayı, yoklukta, hayvan
olup hayvan ruhunda, taş olup taşın özünde yaşamayı belki bin
kez başardıysa da geriye dönüşten kaçamıyordu, çıkmaz
dolabın sancılarından, güneş ışığından, ay ışığından,
gölgeyi görmek, yağmuru duymaktan, duyulardan kurtulamıyordu,
yine Sidarta idi, yine Ben’di.
Sidarta kendisini, Ben’liğini arama
yolunda bilgelerin rehberliklerine önem veriyor, sonrasında
arayışlarını tamamlamış Buda’ya rastlıyor. Onun öğretilerine
inanıyor fakat bu Sidarta’ya yeterli gelmiyor. Her insanın
Ben’liğini bulmasının kendi öğretileri ve yaşamı sayesinde
olacağına inanıyor…
Her şeyin zıddı ile varolduğu
gerçeğinin farkına varıyor. Artı eksi kutupların enerjiyi
yaratması gibi; iyilik ve kötülüğün de birbiri içersinde,
birbirini tamamladığını farkına varıyor.
Ruhumuzun kapsülü olan bedenimizin
yok olana kadar, ruhu geliştirmek için sürekli öğrenmek
gerektiğini, bunun da insanın bilincini geliştirmesine yol
açtığını anlıyor-uz.
Yaşamın acılarını bu bağlamda
değerlendiriyor, Sidarta. Sevinçleri mutluluğu, ne kadar
seviyorsa, acılarını da aynı oranda seviyor. Çünkü o acılar
onun ilerlemesini, bilinç düzeyini yukarlara taşımasına sebep
oluyor.
Sevgi ise Ben’liğini arayışında
ona en önemli bir rehber oluyor.
Hiç kimse öğretilenleri
öğrenerek kurtuluşa eremez; hiç kimseye sayın Gotama, aydınlığa
erdiğin saatte aklında ve ruhunda neler yaşadığını, hiç kimse
sözcüklerle öğrettiklerinde öğretemez, anlamazsın!
Sidarta öğretilere değer verirken,
onlara körü körüne inanıp saplanmıyor. Kendi gözlemlerini
katmazsa, diğerlerini asla göremeyeceğini anlıyor.
Bana ne Yoga-Veda, ne de
Atarva_Veda bir şeyler öğretebilir, bana ne dervişler, ne de
başka öğretiler yol gösterebilir. Kendimde öğreneneceğim,
kendimin öğrencisi olup kendimi, Sidarta esrarını tanımam gerek.
“… hiçbir yere gitmiyorum.
Sadece yoldayım, o kadar. HAÇ, GÖÇ YOLUNDAYIM.”
“Görüntülerin çarkı çabuk
dönüyor.”
“… şimdi, şu anda olmak,
varlığı hep akıp giden şimdiki an’larda bulmak duygusu tüm
benilğini kaplıyordu, öncesiz ve sonrasız olmak duygusunu
tadıyordu. Yaşamın yok edilmezliğini, şimdiki an’ın
ölmezliğini öncesiz ve sonrasızluığı şimdi şu anda her
zamankinden daha derin, daha içten yaşıyordu.
Yazıya başlarken de bahsettiğim gibi
bu öyküde Sidarta’yla birlikte kendinizi arayacağınız ve belki
de bulacağınız belki de henüz yola bile çıkmamaış olduğunuzu
düşündürecek.
Öl ve Ol! İşte bunu bilmiyorsan
zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde.
Eflâtun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder