26 Kasım 2012 Pazartesi

Erkek Kızlar




Bugünlerde okuduğum kitap ve izlediğim film, tesadüfen aynı konu üzerine kurgulanmış. İstesen ayarlayamazsın ya, aynen öyle.
Ben de şaşırdım bu tesadüfe tabii.
Reşat Ekrem Koçu'nun “Erkek Kızlar” isimli kitabını, elime almamla başladı herşey. Kitabı alıp da eve geldiğim süreç içersinde “hımmm konu ne olabilir ki? Erkek kızlarmış, acaba erkek gibi davranan ya da olmaya özenen gözü pek kızlar mı” diye düşündüm. Sakın gözü pek derken yanlış anlaşılmasın. Nazik falan değil anlamında kullanıyorum.
Eve gelip de ilk okuduğum hikaye İbrahim Voyvoda isimli olanıydı. Okudukça gözlerim büyüdü. Gene bir yanlış anlamayın diyeyim de, meseleye arka kapaktaki yazıdan alıntı yaparak devam edeyim.
Şöyle: ilk kez 1962'de yayınlanan Erkek Kızlar adlı kitabında Reşat Ekrem Koçu, kadının adeta var olmadığı, yaşamın neredeyse hiçbir alanında etkin olmadığı bir toplumda, tuhaf bir “kadınlık durumuna”, beklenmedik bir tarzda dikkat çekiyor.
Toplumsal yaşama katılmasına izin verilmeyen, fakat olayların katılmaya da zorladığı sıradan Osmanlı kadınları ne yapabilir?
İster Balkan coğrafyasında yaşayan sahte ismi İbrahim Voyvoda olan zengin Ağanın güzeller güzeli kızı, ister Arap emirinin güzel kızı Sitti Zühre'nin, Emir Talha ismini kullanarak erkek kılığına girmek zorunda kalması. İsterse Cerrahpaşa'da oturan, cerrah İsmail'e satılan deli Emine. Onun kim delirtmiş. Kendi kendine delirmez insan. Yaptırana bak derler ya, o hesap işte.
Kitabım henüz bitmedi devam ediyorum ama hepsinin ortak özellikleri çok zengin de olsalar, çok güzel de olsalar erkek kılığına girmek zorunda kalmaları ve ne acı ki, onları erkek kılığına girmek zorunda bırakan toplumun, onları sonra fahişe diye dışlamaları. Tabii ki sonları hiç iyi olmuyor. Genç yaşta ölüm. Ölüm ama ölümün de iyisi var kötüsü var. Eee adı böyle fahişeye çıkmışsa, yapılanlar karşısında bilenmiş onlar da cevap vermişlerse, günlerce süren işkence ile öldürüyorlar İbrahim Voyvoda'yı.
İşin içinde kaynana denen, kadının kurdu da var tabii. Boşuna dememişler, kaynanayı ne yapmalı, kaynar kazana atıp kaynatmalı? Siz hiç iyi kaynana gördünüz mü? Doğurduğu için kendi imalatı, malı olduğuna kanaat getiren kaynanalar, oğulcuklarını bi türlü paylaşamazlar. Her köfteye acı maydanoz olurlar. Olan tabii oğulcuklarına olur. Tabii kendilerine de.
Neyse kitap, Reşat Ekrem Koçu'nun dilbaz anlatımıyla harika ve hüzünlü bir şekilde geçiyor. Benden yüzyıllarca önce yaşamış hemcinslerimin ne ızdıraplar çektiğini okuyup duracağım.
Kimbilir benden yüzyıllar sonra da başka bir anlatıcı çıkacak ve günümüzde yaşanan kadın katliamlarını, şiddetini, işyerlerindeki mobbingleri, eşitsizlikleri anlatacaklar.
Acaba yüzyıllar sonra kadın eşit olacak mı? Hayır! Bunun için falcı olmaya gerek yok. Tarihe ve bugüne bak ne olacağını anlarsın.
Gelelim izlediğim filme. "Hizmetkar Albert Nobbs". 19 yy İrlanda'sında geçiyor. İsmi Albert ama o bir kadın. Hayatta yalnızdır Albert. Annesini, Albert doğar doğmaz, babası terk ettiği için ve kadın öldüğünden hayatta yalnız kalan Albert rahibe okuluna verilir ve bir süre sonra oradan ayrılır. İş aslanın ağzında. Hele bir kadının iş bulması çok zor. O da en sonunda ikinci el bir garson elbisesi satın alarak garson olur ve küçük bir otelde de uşak olarak hayatına devam eder.
Artık erkek kimliği üzerine öyle bir yapışır ki, istese de kadın gibi davranamaz. Üstelik bunu otelde çalışanlar ve patron da dahi hiç kimse anlamaz. Ta ki boya badana için otele gelen bir ustaya kadar. Yatacak yer yoktur ve patron ustayı Albert'ın odasında yatacağını söyler. Albert karşı çıksa da, hayır, imkansız.
Sonra ne olur biliyor musunuz, usta da erkek değil kadındır. Badanacı olan sarhoş kocasından kaçıp o da bu yola başvurmuştur. Ve evlenmiştir.
Albert onların evine gittiğinde, hayallerindeki gibi bir yuva görür. Mükemmeliyetçi Albert onlara o kadar özenir ki, otelde çalışan hizmetçi bir kızla evlenmeye karar verir. Ne ki kızın gönlü kazan dairesinde çalışan yakışıklı ve sorumsuz adamdadır. İkisi birlikte Albert'ı kullanırlar. Albert'ın şilin şilin biriktirdiği parayı sızdırmaya bakar kaloriferci erkek bozuntusu.
Ah dedim Albert'a ah. Neden bu kadar mükemmeliyetçisin ve kendine güvenin yok. Hayalini kurduğun tütüncü dükanını açma fikrini bir eş olmadan da hayata geçirebirilirsin. Yalnızlık mı? Yıllar içinde birini belki bulursun, belki bulamazsın. Neden bu kadar kendine güvensizsin?
Üstelik kadını da sevmiyordu. Sadece kafasında kurguladığı, tütüncü dükkanının üst katında, huzurlu bir yuva ve şablona uygun eş.
Neyse bu anlattıklarımı size film olarak izlemenizi öneririm. Çünkü bir kadının erkek olmak zorunda kalması ve sonra o kimlikten çıkamaması. Hep toplum dayatmaları.
Aynen Osmanlı'daki gibi.
Aslında yine yok mu, var. Yeşilçam'ın Şöför Nebahat filmini unuttunuz mu? Ya diğerleri? Gerçek yaşamda kamyon şöförü olan kocası ölünce kamyon şöförlüğü yapan kadınlar tabii erkekleşerek. Erkek dünyasında kadın olamazsınız.
Neyse bakalım, ne haller var yeryüzünde. Hep birbirimize hayatı zehredip duruyoruz. Saçma sapan ahlak kuralları yüzünden.
Ahlak da, ne ahlak ama ya!

2 yorum:

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

İlginç bir konu, filmi çok merak ettim.
Umarım elime geçer de izlerim. Bu tür konular merakımı celb eder benim.

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Filmin senaryosu ve oyuncular mükemmeldi. Dekor da yüzyılı çok güzel yansıtıyordu. Umarım bulursun, kaçırma derim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...