28 Mart 2012 Çarşamba

Uzun zamandan sonra Urla




Baharın geldiğini cemrenin düşmesinden, dolayısyla havanın ısınmasından anlasanız da, şehirde, betonların içinde bahara dair koku duymanız neredeyse imkansız.
Bizim için dört ay gibi zaman dilimi Urla'dan bin yıl ayrı kalmak gibi bişey. Buna neden kışın sert geçmesi diyebilirim. Canımız daha çok şehrin içinde vakit geçirmek, sinemaya gitmek daha çok istedi. Öyle de yaptık. Geçen gün gittiğimizde, Urla gibi küçük bi yerleşim yerine hiç yakışmayan çirkin, berbat, sakil, v.s. gibi tanımlardan, çok daha fazlasını hak eden ''avm'' yi saymazsak, Urla ve iskele, iskeleye giden ağaçlı yol hep sevdiğimiz gibi. Ağaçlı yolun kenarındaki tarlalarda enginarlar çoktan büyümüş bile. Enginar tarlalarına bayılıyorum. Sonra o, arkeologların yazın kazı yaptıkları alan. İnsan, senden binlerce sene önce yaşamış insanlarla aynı yerde bulunmaktan heyecanlanıyor. Sonra Seferis'ten yadigâr, sokağı var...
Urla'nın içinde köy bakkalları var biliyor musunuz? Kendi ürünlerini de satıyorlar. Zeytinlikleri var, hayvancılık yapıyorlar. Bizim bakkalın sahibi yaşlı biri. Nasıl efendi ve nasıl kibar. Kibarlığı zoraki değil işte. Kendiliğinden. İnsana iyi gelen insanlardan. Oğlu var. Dertli ondan, vurdumduymaz ve hayırsızmış. Anlatıyor ve üzülüyorum. Böyle birine, böylesi bi evlat. 
Ordan aldığımız zeytinyağın üzerine zeytinyağ tanımam. Nefis. Kokusu, tadı...
Tad, lezzet demişken, bi de kokoreççi var. Hemen meydanda. Konumu öyle bi yerde ki, yanında kasap dükkânı, diğer yanında fırın.:) Kokoreççi de doğrusu lezzetli, buraya kadar gelmişken insan yemeden giderse ayıp olur.




Şu  ördekleri görüyor musunuz? Bizim yazın denize girdiğimiz, kışın da çay içip, manzaraya bakmakla yetindiğimiz yer. Bu kez gittiğimizde hakikaten deniz çok berraktı. 























Çiçekleri görüyor musunuz? Benzinliğin hemen yanı. Ve nasıl nefis kokuyorlar. Bir tane bile koparmadık. Burada hep var olacaklar. Bayıldım...


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...