7 Nisan 2011 Perşembe

Hayat Sineması



Bana şimdi bir asır kadar uzak olan bir tarih diliminde -1996-  Bornova Hayat sinemasına giderdik.
Mevsimlerden yazdı. Mekân eski ve güzeldi. Ellerimizde gazozlar ve çiğdemler, evimizde karnımızı doyurduktan sonra dokuz seansına yetişirdik.
Genelde işten yorgun argın çıktığımız boğucu yaz akşamlarında, orada hem doğal olarak serinleyip, hem de film izlerdik. O zamanlar yerli filmler bu kadar sıkı değildi. En iyi hatırladığım Hülya Avşar ve yine yanlış hatırlamıyorsam Mehmet Aslantuğ’un başrolde oldukları absürd bi senaryoya sahip olan bi filmdi. Diğer gittiğim filmleri hatırlamıyorum bile.
O zamanlar da oraya nostalji olsun diye giderdim. Ondan önce bebeklikten çocukluğa geçiş çağlarımda Silivri’de annemin kucağında yaz akşamlarında sinemaya giderdik. Genelde de annemin kucağında uykuya dalıp sonra da sürünerek eve gittiğimi onca yıl geçmesine rağmen hatırlıyorum.
Her dönem nostalji yapıyoruz, işte. Şimdi Bornova Hayat Sinemasına gittiğim yılların nostalji olması gibi…
O zamanlar mavi tahta bitişik sandalyeleri; sanki sokak düğünü seyredercesine oturup seyrettiğimiz filmleri iki saatin sonunda, -son- yazısı ile birlikte arka nahiyemizin ağrıdığının farkına varırdık. Film boyunca sopa yutmuş gibi oturup, çiğdemlerimizi çıtlatıp, gazozlarımızı da ince ince çekerdik.
Aheste,  bedenimiz tutulmuş bir vaziyette ayaklarımızı sürüyerek bi pastaneye uğrayıp dondurmalarımızı alarak evimize giderdik.
Küçükparkın civarına gittiyseniz oranın deniz olmadan da ne kadar güzel olduğunun farkına varabilirsiniz. Kafeler, restoranlar, barlar…
İzmir’de her zaman çok büyük bir eksik olarak gördüğüm koskocaman ağaçlar, Bornova’da Küçükpark’ın orada çoktur. Yaz akşamlarını serinleten, sonbaharın yapraklarını henüz dökmeden önce, çıkan rüzgârla birlikte oturup yaprakların çıkardığı senfonik sesi dinleyebilirsiniz. O ses, sizi oldukça rahatlatır. Yapraklar dökülmeye başladığında ise sarı ve yer yer kahverengi yaprakların üzerinde yürümek çok çok ayrı bi keyiftir.
Her daim öğrencilerin olduğu, gençliklerinin verdiği enerji ile bambaşka bi yer halini alır, Bornova.
Ben bu yazıya nereden geldim. Bana şimdi çok eski gelen zamanların birinde, bi yaz mevsimi o zamanlar oraya gitmeyi alışkanlık haline getirdiğim, Bornova Hayat Sinemasından…
O zamanlar o sinemaya gitmek hayatımın rutiniydi. Bazen o rahatsız sandalyelerde oturmak bana o kadar da keyif vermiyordu.
O yüzden, asla eskiye öykünen biri değilimdir. Her zaman yaşadığım anlardan keyif almasını severim. Anın tadını çıkarırım.
Bugün arkadaşlarımla birlikteydim. Siz bunu okuduğunuz için dün yani -di-li geçmiş zaman diliminde. Falcıdan bahsedildi ve bi arkadaşım birden falcı herşeyi bildiği için gitmek istedi. Peki dedim “bunu gerçekten istiyor musun? Diyelim hayatında kötü bi şey olacak ve onu söyleyecek. Sen hayatında olacak bu kötü şeyi beklerken, yaşadığın güzel anların keyfini yaşamayacaksın ve o kötü ana kadar yaşamındaki güzel anları da kaçıracaksın. Tedirgin bi hayat süreceksin bi yandan.” “Ya iyi bi şey olursa. Onu söylerse,” diye cevap verdi. “Yine aynı” dedim. “Yine -o- olacağını vaad ettiği iyi şeyi beklerken yine yaşadığın şu güzel anları kaçıracaksın. Aksi gibi beklentin büyük olduğundan, küçük şeylerle mutlu olmayı beceremeyeceksin.”  Düşündü ve “Evet” dedi.
Hep hayat güzeldir, diye yaşama sarılma edebiyatı yapılır yaaa! Aslında hayat her zaman çok da güzel değildir. Hele beklentiniz çok büyükse hayatınızı daha da karartıyorsunuz demektir. Hayatı, yaşanılan olayları fazla büyütmeden – iyi ya da kötü- akışına bırakmak, ne geçmişe saplanıp kalmak, ne de geleceğe odaklanmak…
Anı yaşamak. Yaşamak bu’dur…











Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...