10 Nisan 2011 Pazar

Şaduman ile Kenan'ın âşk hikâyesi



Bayan Şaduman İstanbul’un Kadıköy semtinde ikamet ediyordu ailesi ile birlikte. Babası köşebaşında bakkaldı.
Karadeniz’den Şaduman üç yaşındayken göç etmişlerdi. O yıllar içinde büyüyüp, serpilip güzel bi genç kız olmuştu. Fakat Şaduman isminden hiç memnun değildi. İsminin Serpil olmasını arzu ediyordu. Babaannesinin ismini koymuşlardı. Üstelik annesi, babaannesinden hiç hoşlanmıyordu. Nasıl hoşlansın ki? Yapmadığı fitne, fücur, eziyet operasyonu kalmamıştı.
Şaduman, karşı komşuları Kenan’a âşık oldu. Yakışıklı gençti Kenan. Ve hukuk fakültesinde okuyordu. Ohhh bundan iyisi Şam’da kayısı idi Şaduman için. En kötüsü abukat karısı olacaktı. Kenan biraz daha ineklerse hariciyeye bile girebilirdi. Konsolos olmaması için ne neden vardı bu durumda?... Geleceği de parlaktı. Tabii Şaduman’ın eşi olursa. Onu almayacak da hukuk fakültesinde, borçlar kanunu, medeni hukuk v.b Arapça, Farsça kanunları, geceler boyu ezberlemekten, yüzünü sivilce basmış, yemek yememekten yüzleri sararmış, gözlüklü kaknem kızları mı beğenecekti?


Ben güzelim ya sen? diye Oya German gibi kitap yazıp, marketlerde best seller bile yapabilirdi Şaduman, eğer ki; bugünkü medya, Avm ve marketler olsaydı.
Haftada bir gün vapura atlar, soluğu Mısır Çarşısı’nda alır, pembe beyaz cildine uygun müstahzarlar, zayıf kalması için bağırsak hareketlendirici bitki çayları içer, berber Nadire’ye uğrar, saçlarını mizampli yaptırırdı.
Aynalara bakar bakar ve en güzel benim, benden güzel yok derdi. Hülya Avşar’la bi akrabalığı var mıydı? Bilinmez!...
Şaduman’ın ilgisini, Kenan fark etti. O da onu beğendi. Durun! Hemen onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diyemiyoruz. İkisinin ortak özelliği parlak bi gelecek arzu etmeleriydi.
Fakat Kenan fazla ders çalışmıyordu. Çift dikiş yaptığından, Şaduman’ın yaşı yirmibeşe gelmişti. Cık cık cık! Evde kalıyor nerdeyse. Nerdeyse değil, bütün akrabaları; “Keriman evlenmiş, sen hâlâ! …….. “ “Mürvet’in mürveti de pek iyi oldu!  Ya sen! bakışları atıyorlardı. “Şaduman sen fiyasko çıktın” der gibi bi halleri vardı. Mısır Çarşı’ndaki aktarları zengin ettin, kutu kutu krem pertevleri bitirdin, bitirdin de ne oldu?
Şaduman’ın o güzel yüreği kararıp duruyordu. İşte O  günlerde yüreğine radyo ilaç gibi geliyordu. Müzeyyan Senar en sevdiği idi. Sesini radyoda duyduğunda sonuna kadar açardı. En çok da Kenan evdeyken. Kenan’la hayatı paylaşmak istiyordu ve fakat ancak şarkı paylaşabiliyordu.  En çok da şu şarkı rast geldiğinde sonuna kadar açıyordu radyoyu, ki Kenan duysun, duysun da, şu tembellik huyundan vazgeçip, fakülteden bi an önce mezun olsun.
Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime 
Titrerim mücrim gibi baktıkca istikablime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkca istikbalime

Kenan haytaydı, hayta... Yıllar içinde Şaduman’a karşı hisleri azaldı. Beyoğlu’nda gezmeye vurdu kendini. Pastane, lokanta ve içkili mekânlar. Yavaş yavaş fındık göbek oluştu, Kenan’da. Fındık göbek, ceviz göbeğe doğru evrildi. Laf aramızda Kenan Şaduman’ın ismini de beğenmiyordu artık, cismini de…
Şaduman deli divane oldu derler. İçli içli ağlar oldu. Yaşının geçtiğine mi, parlak gelecek hayallerinin suya düşmesine mi, akrabalarının, yengelerinin laf sokmalarına mı yansın?
Radyonun sesini kökler oldu. Mahallede Şaduman’dan şikâyet vardı. Herkes kapıya dayanıyor: “ne bu ses, ne bu şarkılar, çocuk var, hasta var” diye şikâyet ediyorlardı. Şaduman “fena mı, müzik ruhun gıdasıdır, size de yaranılmaz, paylaşıyorum müziği” diyordu. Bi de çemkirme, çemkirme…
Mahallede Şaduman’ın paylaşım dedikodusu yapılıyordu. Facebook o zamanlar yoktu, ama ileri görüşlü Şaduman kaç yıl önceden keşfetmişti. Tabii Mark Zuckerberg’in doğmasına yılllaaarrr yıllar vardı…
Dar görüşlü insanlardan yıldı Şaduman. O yılgın günlerinde bi kısmet çıktı karşısına. Adı Süleyman’dı. Babası gibi bakkaliye işi ile uğraşıyordu. Fakat toptan. Bu da demek oluyor ki, Şaduman’ın yine iyi bi hayatı olacak. Belki şu müstakil evden kurtulup, Şişli’de bi apartman dairesinde, modern insanlarla birlikte yaşayabilir, iyi paylaşımlarda bulunabilirdi. Hem evlerinde kuru radyodan başka bişey yoktu. Pikap alırdı. İstediği plakları da tabii. Evde rumba, çaçaça, ve diğer dansları yapardı. Evet yirmibeş yaşındaydı ve hemen çocuğu olması gerekiyordu.
Salon düğünü ile evlendiler. Limonata, pasta ikram ettiler.
Şaduman’ın bi oğlu oldu ertesi yıl. Müzik paylaşamadı o yoğun günlerde, ama bol bol çocuk ağlaması sesi paylaştı Şişli’deki dairelerinde. Süleyman çalışkandı ve Şaduman’ı da çok seviyordu.
Fakat fakat ahh o kaynana yok mu? Rifakat cadısı! Ayrı oturmalarına rağmen her şeye karışıyordu. Şaduman artık, kaynanasının, vıdı vıdılarını paylaşıyordu arkadaşlarına, komşularına.
Bi gün duydu ki, Kenan fakülteden ayrılmış. Postaneye memur olarak girmiş. Şaduman “sefam olsun ohh ohhhh!” dedi arkadaşına… Bülent Ersoy’un “sefam olsun” şarkısı o günlerde çıkmış olsaydı, cuk oturacaktı duruma. Paylaşırdı da! 

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...