Tv açıktı zaten.
e2 de film aradım ama yoktu. Madman iki bölüm ard arda bulduğumda güzel bi film
bulmuş gibi sevindim. Hem de aynı bölümleri izlediğim halde.
O da bitti.
Arada uyuklar gibi olsam da uyumadım. Ama “uyuklar gibi olsam da” anında üst
üste saçma sapan görüntüler, düşünceler oluşuyor. Bilincin rüya eşiği midir
nedir?
İyice
sesler kesildi. Balkonlardaki insanlar içeri çekildi.Bazı evlerden tvlerin loş
mavimsi ışığı pencerelerden sızıyordu sadece.
Dışarı
çıktım. Oturdum. Gökyüzünde yıldızlar vardı. Kırsalda bulunan insanlar,
karanlıkta yıldızların yeryüzüne çok yakın olduğunu, nerdeyse tutacak hale
geldiğini söylerler. Ne yazık ki böyle bi deneyim yaşamadım. Ama dışarı
çıkmadan once şöyle bi şey oldu. Gözlerimi yummuştum, hiç de düşünmediğim halde
gözlerimi açtığımda küme şeklinde çok yakın yıldızlar gördüm. Bunu çok
istediğin bi şeyin gücü diye yordum.
Tekrar
dışarıya dönelim. Karanlıkta ve sessizlikte insanın zihni daha da aydınlanıyor
bunun farkına vardım. Neler yazdım yoksa düşündüm mü demeli gecenin karanlığında.
Gemilerin ışıklarına
baktım. Orhan Pamuk bi ara Boğaz’a giren gemileri saymaya başlamış. Dikkat ve
gözlem sınavı mı yoksa kafa sıyırmaca mı, bilmiyorum.
Evlerin ışıklarına,
sokak, cadde ışıklarına baktım. Şu anda evlerin yüzde ellisi tedirgin,
karamsar, umutsuz, bazıları boşveeerrrr gamsızlığında, bazıları ise ellerini
ovuşturuyor olmalı diye düşündüm.
Geleceğe dair
bilinmezlik mi tam tersine bilinirlilik mi tedirginlik yaratıyor?
Gecenin tam
içinde oturdum. Meğer ne güzelmiş. İçerde
odada olunca gecenin dışında olduğumu anladım.
Çay koydum
şimdi. İyi ki var. Çay olmasa ne yapardık? Neye tutunurduk? Maddeci insanlar
gibi lükse mi, paraya mı yoksa ailesel nüfusumuzla mı şişinirdik? Aslında
herhangi bi şey ne kadar çoksa, o kadar da az. O şey her ne ise yok olsa da,
olmasa da azdırır üstelik.
Bugünlerde okuyup
yazmaya başladım. Gördüklerim duyduklarım falan filan gibi şeyler. Ama fazla
acılı arabesk yazmayı sevmiyorum. Acı bi hayat anlatsam da içinde yine de mizah
olsun istiyorum. Biraz önce blogu açtığımda Begonvilli Ev den çok güzel bi
yorum aldım. Gerçekten benim için daha da itici güç oldu. Yazdıklarını beğenerek okuyan bir kişi olduğunu bilmek insana iyi geliyor. Tam ben de diyordum içimden acaba tarzımı
oturtabildim mi, acaba blogun ismi farklı da olsa benim yazdığım belli mi olur
diye.
Dünlükçüğüm
bugünlerde bi okuma ki süper geçiyor. Bi de Marmara’dan ithal rüzgar var
değmeyin keyfime.
Bugün yine
kütüphaneden kitap aldım. Memure hanıma
dördüncü kitabı alıp almayacağımı sorduğumda sapık bi hazla verilmeyeceğini
söyledi. Devlet memurunun bu kafası ne anlamıyorum? Yan masadaki arkadaşı
dışarı çıkıyordu ve elektrik faturasını üstüne yüklemeye çalıştı, o da kuyruk
falan çekemem dedi. Devmemure birden boş olan ödeme yerlerini söylerken kekeme
pepeme oldu. Birden ne yapacağını şaşırmış sıradan vatandaş konumuna geçiş
yaptı. E valla hoşuma gitmedi mi, çok hoşuma gitti hem de. O kapıdan dışarı
çıktığında sanki kendisi vatandaş değil. Masaya oturan karşısındakine sadist ve
sapıkça eziyet etmekten haz duyuyor resmen. Neyse ki en sevdiğim devlet dairesi
burası. Keşke daha fazla kitap gelse.
Çay demlendi
çoktan. Uyku kaçıran gecenin içinde oturtan içkiye merhaba çakalım.
1 yorum:
Bu da iyi ya. Bunu öğrendikten sonra edebiyatçıların satır aralarında okuyucusuyla dalga geçtiğine inandım.:) Pamuk Bey'in bazı romanlarını severim açıkçası. Teşekkür ederim beğeniniz için.
Yorum Gönder