Doktor,
elim kalem tutmaz oldu, canım istemiyor. İçim yine bulanmaya
başladı doktor. Biliyor musun, bi de daralma geldi.
Öyle
mi doktor? Öyle mi? Kendi içime mi döneyim? Etrafımdaki
bayağılıkları, aşağılıkları, riyakarlıkları görmezden
geleyim!
Ah
doktor, ne zaman, nereye kadar? Böyle bir zaman, mekan var mı?
Nasıl, ne dedin, doktor? Bir seyahate çıkmak iyi mi gelir? Nereden
biliyorsun doktor, bundan sana bahsetmemiştim oysa. Ben yol
adamıyım. Uzun yol hem de. Günlerce, aylarca, kara parçası
olmadan yaşadım. Evet, ben o zaman yaşadım doktor.
Doktor
sen harbiden doktorsun. Nasıl da bana neyin şifa vereceğini
buldun.
Neden
karada duramıyorum doktor. Neden? İnsan çokluğundan mı,
yokluğundan mı? Karar veremiyorum. Bi R.yi sevdim doktor, bi de
yazmayı. R. kim mi? Hiç kimse doktor, hiç kimse. Öyle biri yokmuş.
Ben var saymışım. Varsayalım R. var deyip, onu bi güzel
kurgulamışım. R. sen benim yarattığım bi karaktermişsin. Ben
sana güç verdim, gücümü sen de gördüm R. sen benim gücümü
boşalttın R. hiç bir fikrin yoktu, sadece kalıplaşmış sözleri
papağan gibi tekrarlıyordun. Senin Sanat Tarihi okuman ne büyük
bi fiyaskoymuş. R. hayatımın fiyaskosu.
Her
defasında enerjimi tüketiyordun. Bense enerjimi senden aldığımı
sanıyordum. Sürekli filozoflardan tekrarladığın fikirlerin, seni
gözümde bi yere kadar büyütmüş, sonrasında kendi küçük
burjuva ahlakına yenilmen benim içimi boşalmaya yetti de artmıştı
bile.
Günlerce
aç kaldım. Açlığın ne demek olduğunu sen bilir misin? Nerden
bileceksin? O senin romanlarda
okuduklarından tamamen farklı. Beni
gördüğün o gün; açtım, oda leş gibiydi ve ben bunun farkına
bile varamayacak kadar açtım. Sense açlığın insanı insanlıktan
çıkaracak kadar berbat olduğunu göremeyecek kadar toktun. Aç
olmanın, parasızlığın açlık çekmenin romantik bir yanı
olduğunu düşünüyordun. Söylediğine göre odada benim
duymadığım ekşi bi koku vardı. Sakallarım uzamıştı. Bana o
gün iğrenerek baktığını hissetsem de, sana bunu konduramadım.
Sen, mükemmmel masumiyetin simgesi.
Sen
sadece bi zavallıdan başkası değilmişsin. Neden sevdin beni?
Seni sevdiğim için. Evet, belki tutkum gözlerini kamaştırdı.
Düşünsene, imla kurallarını, grameri bile bilmezken, okudum,
öğrendim. Günler, gecelerce okudum.
Ortalama
bi kolejliyi kat be kat aşıp, onların papağan gibi ezberleyip
öğrendiği cümlelerinden başka bi şeyi yoktu. Bütün bu
temeller üzerinde, yeni orjinal bi fikir üretemiyorlardı. Ne kadar
da safmışım meğer. Neden onları gözümde o kadar büyüttüm
ki. Diplomanın bi kağıt parçası olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Sana,
yazdığım her satırı okudum. Güzeldi, çirkindi. Hepsine burun
kıvırdın. Senin gözünde sıfırdan ancak avukat, banka müdürü en nihayetinde gazete muhabiri olunabilirdi.
Sen
de onlar gibiydin. Düşmanlarım gibi. Annen babanın fikirlerinin
ötesine geçemeyen, hayatında kulaç atamayan, ancak yardım
simidiyle kıyılarda debelenen biriydin.
B.
senin hakkında söylediklerinde ne kadar haklıymış. Ama ben tutup
ne yaptım; onun boğazını sıktım. Zaten onun ölümle randevusu
vardı ve o hem dalga geçiyor hem de tutkuyla yaşıyordu. Umrunda
olmadı biliyor musun, bu durum.
Yazdım,
yazdım, yazdım... Parasızlığa, açlığa, üstümde adam gibi bi
kıyafet olmamacasına yazdım. Sürekli dergilerden red cevabı
aldım. Umrumda değildi. Umrumda olan sendin. Ama sen beni kendi
kalıplarına sokmaya çalışıyordun.
Şimdi
düşünüyorum da, sen yazmam için bir araçtın. Bir yanlış
anlamayla başkalarının sözünü dinledin.
Neden
yazdım? En az seyahatlerim kadar haz alıyordum bundan. Duygularımı
ifade etmem gerekiyordu, benliğimden taşıp, kağıda dökülüyordu.
Bende dursa... duramazdı onlar, dursaydı patlardım. M. Bana saygı
duyan, her fırsatta yardımıma koşan M, benim onun sınıfından
olduğumda, bana olan saygısı kalmadı. Onun gibiydim nihayetinde,
işçi sınıfından alelade bi serseri. Ulaşılmazlığım bi anda gitmişti. Kendisini o kadar sefil görüyordu ki, benim de onunla aynı işi yaptığını öğrendiğinde, ben de sefilin teki olmuştum birden.
Serserilik
ve çalışma günlerim. Serserilik günlerimde adam dövdüm,
arkadaşlarıma ihanet ettim ve bol bol da içtim.
Ya
çalışma günlerim. O çamaşırhanede çalıştığım gibi hiç
bi yerde çalışmadım. Ah doktor biliyor musun, çalışmak erdem
değil, kim bunu söylemişse bundan büyük çıkarı olan seni beni
çalıştırıp üzerinden para kazanan pisliğin teki.
Çok
çalışmak beni insanlıktan çıkardı. Sadece iki lokma yiyip,
uyuyordum. Bırak okumayı, düşünemiyordum bile. Çalışmaktan,
bir hayvana dönüştüm. Neden mi çalıştım doktor, zaman
kazanmak için. Zaman satın alıp, onu yazarak geçirmek istiyordum.
En sefil, en aşağılayıcı bi şekilde çalıştım.
Evet,
doktor kimse inanmadı bana, benden başka. İnancımı hiç
yitirmedim. En büyük değerin kendine inanmak olduğunu anladım
doktor.
Demiştim,
dergiler adamı sömürüyor. İki kuruş parayı vermemek için ne
pislikler yaptıklarını bilsen. Döve döve de aldım paramı.
B.
ne mi oldu? Öldü doktor, öldü. Bunu istiyordu. Bana inanan tek
kişi oydu. Güç veren. Bi otel odasının köşesinde öldü.
Ne
yapayım doktor söyle şimdi bana? Bana zırnık değer vermeyen
yayınevleri, romanım basılıp da, çok satmaya başladığında,
şerefime yemekler düzenlediler. Umrumda değil. Hayır doktor
hayır, umrumda. Bu böyle olacaksa, ben neden bütün bunları, bunca
acıyı çektim.
Eski
arkadaşlarımla yedim, içtim hediyeler aldım.
Ama
sonra ne oldu biliyor musun doktor? Koskoca bi hiçlik kapladı içimi. Bak, işte şurası doktor, ilacı var mı bunu sence? Var
mı? En çok sevdiğim şeyi mi yapayım. Evet, doktor haklısın,
kıyıda kalmak bana göre değil, denize gitmeliyim, denize...
Doktorlara
inanma derlerdi de, inanırdım. İnanırım ben doktor. Beni inancım
buraya getirdi. En tepeye, sonra da boşluğa.
Evet
doktor, mavi nedir bilir misin, köpüren dalgalar, fırtınalar. Ya
kapkara gökyüzü. Sanma ki gökyüzü, deniz, hep mavidir. Bütün
bunları denizde olduğum zaman gördüm. Gökkuşağının bütün
renklerini ayrı zamanlarda gördüm. Deniz de öyle. Deniz sana her
şey verir. Bütün istediğini. En azından benim istediğimi.
Doktor,
sana çok uzaklardan yazıyorum. İyi ki söylediğini yapmışım.
Sağol doktor. Şu anda güvertedeyim, hava serin, deniz masmavi.
Hoşça
kal doktor, hoşça kal. Dünyada görebileceğim her şeyi gördüm.
Şimdi denize atlayıp başka diyarları görme zamanı. Benim
mekanım burası. Biliyordum. Bunu öğrenmem için karada acı
çekip, cenneti de cehennemi de görmem lazımmış. Cennet ne,
cehennem ne?
Şimdi
hakikatı görmeye gidiyorum, hoş çakal.
Martin
Eden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder