13 Ocak 2013 Pazar

Bazı günler - 4 - Sinan



Hava aydınlandı çoktan. Yataktan hiç kalkmak istemiyorum. Halbuki Birşen,  burada... Beş seneden beri görmüyorum onu. En son okuldan bir arkadaşın nikahında karşılaşmıştık. Şimdi sadece bir haftadan beri görmemişim gibi hissediyorum. Yüzü silindi gözlerimin önünden. Gözümü kapatıyorum. Karanlık fona yüzünü oturtmaya çalışıyorum. Belli belirsiz. Böyle birşey olabilir mi? Olur! Ama elleri çok net aklımda. Yenmiş tırnaklı, uzun parmaklar. Bütün duygularını ellerinden anlardım. Mutluluğunu, gerginliğini, rahatlığını...

Karşımda her gün giymeye mahkum olduğum takım elbisem. Annem Koçtaş'tan elbise askılığı almış, takım elbiseyi oraya asıyor. Sanki dolapta yer yok gibi. Niyeti belli. Zorla yaptığım işin sorumluluğunu üzerimde hissetmemi istiyor. Baskılıyor beni.

Biraz doğrulup, yatağın içinde sigara yakıyorum. Hiç haz etmediğim takım elbiseye ve o iğrenç kösele ayakkablara bakıyorum. Bunun içinde hiç bir zaman ben olmadım. Eli çantalı, bol çene yapmaya çalışan; eczane, sağlık ocağına git katalog ver, kredi şartları, fiyatlarda meydana gelecek olası değişiklikleri anlat... siparişleri al, rapor hazırla ve Gültekin beye ilet... Gültekin beye illet ol!
Ben kendime mi illet oluyorum n'oluyorum, bilmiyorum?
Şimdi bir Rus ruleti yapsam. Birşen arayana kadar sigara iç, o arada da çoktan beni bırakmış, belki de hiç bir zaman bünyesine almamış işi bırak. Neden olmasın?

Kalkıyorum. Bütün teknolojik değişime inat atmadığım seksenlerden kalma teybe, Esin Afşar'ın Eflatun Bir Ölüm şarkısını koyuyorum. Kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim / Sessiz bir ırmağım geceden / Git dersen giderim kal dersen kalırım / Git dersen kuşlar dönmez güz kuşları / Aynı gökyüzü aynı keder / Değişen bir şey yok ki / Gidip yağmurlara durayım / Değişen bir şey yok ki / Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım / Belki de resimlerde kalırım / Belki esmer bir çocuğun dilinde / Git dersen giderim / Aynı gökyüzü aynı keder / Değişen bir şey yok ki / Gidip yağmurlara durayım / Değişen bir şey yok ki.

Sözleri söylemeye çalışıyorum. Seni yaktıklarından beri de değişen bir şey yok be Behçet Abi. Hüzünleniyorum. Esin Afşar'ın sesi mi, şarkının sözleri mi, yoksa ben mi hüzünlüyüm. Bilmiyorum.
Git dersen giderim Birşen, giderim... komidinde duran Birşen'in lise yıllarından kalma fotoğrafına bakıyorum. Mona Lisa gibi. Bir yanı gülümsüyor, diğer yanı kırık. Beş sene önce nikahta gördüğüm zamanda aynı böyle gülümsemişti.

Annem kahvaltıya çağırıyor. Kızarmış ekmek kokusu sarmış mutfağı. Kızarmış ekmek kokusu mu hayata çiviliyor beni. İsa gibi, çivileniyorum çarmıha.

Annem bugün koro çalışmasına gidecekmiş. Babam gidince kadın kendini sokağa attı resmen. Bütün kadın aktivetilerinin içinde. Sır kitapları, kuantum zırvaları, kurslar.. Zamanı öyle bir geçirmeye çalışıyor ki, hızlı çekimdeki anne. Annem hızlandırılmış yaşamda. Babamın yıllar süren kıskançlık kisvesi altındaki bencilliğinden sonra kadın dizginlerinden kurtulmuş gibi. Yaşayamadığı gençlik yıllarını böyle yaşıyor. Yapı marketler, eve sürekli tadilat, Ikea mutluluğuna mutluluk katıyor. Ama ona kalsa babamla hep mutluydu. Hep -mış, -muş oyunu oynadı. Türkiye gibiydin Anne o zamanlar. Hep gülen yüz. İçini saklar. Kol kırılır yen içinde kalır, kan kusup kızılcık şurubu içtim. Gerçek anlamda mutlu olduğunuz zamanlar evlendiğiniz ilk bir yıldı. Evet biliyorum...

Mırıldanıyorum. Git dersen giderim / Aynı gökyüzü aynı keder... Annem “nereye gideceksin?” diye soruyor. “Hiç, hiç biryere değil” diyorum. “Haaa öğleden sonra dışarı çıkıcam, gece geç gelirirm” İyi bende Sevim hanımla yapı markete gidicez” Bana bakıyor. “Gene içmişsin sabah sabah sigaraları, leş gibi kokuyorsun”
“Git dersen giderim Anne, sıkma canını anne” diyorum içimden. Kalkıyorum sofradan. Arkamdan “sana da bir şey söylemeye gelmiyor” diyor.
Banyoya gidiyorum. Altı ay önce temizlettiğim halde yine sararmaya başlayan dişlerimi fırçalıyorum. Meslek icabı sağlıklı, temiz, yakışıklı görünmek lazım. Yinelemeli bunu. Sigaranın dişçilere yararı! Artık kendim için. Bilmiyorum ki gidecek miyim kalacak mı? Yüzüme bakıyorum. Oldukça beyazlamış kıvırcık saçlarıma. Bulaşık telini andırıyor. Biraz kısaltmalı. Neden? Hani işten çıkacaktın? Hani karar vermiştin? Sigara paketi bitmediği için mi kararını vermedin?

Sırtımda yıllardır giydiğim ucuz hırkam. Bunu aldığımda bu kadar çok giyeceğimi tahmin etmemiştim. Kullan at gibi gelmişti. Belli olmuyor bazen çok kaliteli bir eşyaya, giysiye kanım kaynamıyor, iki kere giydikten sonra bünyem kabul etmiyor, giymiyorum. Dolabın köşesinde duruyor. Annem her seferinde “yazık, onca para döktün giymiyorsun, nasıl da güzel duruyor üstünde” diye söylene söylene birilerine veriyor. Eşyada insanlar gibi, bazıları ne olursa olsun sebepsiz kanımız kaynamıyor, gıcık oluyoruz, bazılarını ise yıllar daha da alışkanlıkla birbirimize sürüklüyor. Ayrılamıyoruz bir türlü. Niye ayrılalım ki?

Biz Birşen'le ayrı mıyız? O, kocasıyla hayatı paylaşıyor mu? …. paylaşsa beni görmeye gelir mi?
Birşen'in fotoğrafına bakıyorum. Kızın bir gecede değişen hayatını düşünüyorum. On bir yaşında. Çok basit. Herşey çok basit bir şekilde değişmiyor mu hayatta? Biz de herşeye aynı basitlikle alışmıyor muyuz?
12 Eylül'den sonraki sıkıyönetim zamanı. Gece 12 den sonra gece dışarı çıkış yasağı. Bir düğüne gitmiş annesi babası. Birşen'in de gidecekmiş. Son anda grip olunca evde kalmak zorunda kalmış. Dönüşte arabalarının lastiği patlamış. Adam değiştirmiş ama saat ilerleyince askeri kontrole yakalanmamak için basmış gaza. Unkapanı Köprüsü'nin üzerinde direksiyon hakimiyetini kaybetmiş ve uçmuşlar.
Bu kadar. Hepsi bu kadar basit işte. Bir süre Birşen ağbileriyle Şarköy'de yaşamış ama yapamamışlar. Sonra teyzesinin evine gelmiş bütün çocuklar. Yüz kırk metrekarelik ev tenhayken birden yurt halini aldı diyordu gülerek. İlk bir yıl çok zor geçmiş. Sınıfta kalmalar, bunalımlar falan. Sonra sonra alıştım diyor. Hepimiz; ağbimler, Özlem'in ağbisi, Özlem hep birlikte devam ettik. Dersler hayatımızdı. Sanki varlığım böyle başlamıştı ve ondan öncesi yoktu diye anlatmıştı.

Cep telefonum kapalı, açıyorum. O kadar Birşen'i düşün, geleceği gün telefonu açma. Aramamıştır ki. Evet, aramamış. Sigara paketini yarım bırakıyorum. Rus ruletini tamamlamıyorum. Araftayım bugün.
Traş olsam mı? Hiç sevmiyorum sinek kaydı suratımı. Traş olmasam Birşen ona önem vermediğimi düşünür mü? Hayır, birbirimizi tanıyoruz. Olmuyorum. Kot pantolonumu, üzerine kazağımı giyiyorum. Saçımı düzeltiyorum. Hayır karıştırıyorum elimle. Gocuğumu giyerken telefon çalıyor. Bakıyorum Fevzi. Offf. Dışarı çıkalım mı diyecek? Buna da söylenmez ki Birşen'in geleceği.

Alo
N'aber moruk?
İyi, sen?
Hadi dışarı çıkalım, pinekleme pazar pazar.
Zaten çıkıyordum bende
İyi o zaman, bak seni çok şaşırtacak bir yere götürücem.
Hayır istemem
Tamam lan, az kalcaz bak. Yarım saat, yeri göstercem sana.

Kurtuluş yok. İyi diyorum. Köşede buluşuyoruz. “nereye?” “Ne işin var, yine kitapçıları mı dolaşacaksın?”
“Hayır, bir arkadaşı görcem” “Ooooo kim bu hatun?” “Yavşaklık yapma lan, hatun falan değil.”
Yalan söylüyorum mecburen. Bu yavşağın diline düşmektense, bok çukuruna düş daha iyi. Konuyu kapatmak istiyorum. “Neymiş göstereceğin şey” diyorum. Heyecanlanıyor hemen. Aşağıda çarşıda bir kafeterya açılmış. Sahibi kadın. “N'olmuş lan manyak, kadınsa. İyice abazanlaştın sen.” “Dur o'lum, kadın türbanlı.” “Eeee n'olmuş diyorum. Sanane elin kadınından. İster türban takar, ister takmaz. Geçimini sağlayamaz mı?” “Hayır, dur bee kadın fal bakıyor kafede. Biliyor da, valla” Heyecanla tuttuğu kolumdaki elini, ittiriyorum. Sinir geldi bu pezevengin salaklıklarından. “Git baktır falını.” İçimdekini dışımdan söylüyorum. “Git baktır lan falını, götürme beni falcıya falan” Kadının kocası uzak yol kaptanıymış o'lum. Kadın kocasından gizli açmış kafeyi. Zaten erkek kardeşiyle beraber. “Manyak mısın sen geri zekalı, kadının seceresini çıkardın, taktın türbanlı diye kadına. Takıntılı sarı saçlı laik ablalar gibisin haaa” “Dur be o'lum kadının kocası hödüğün teki belli. Erkeklere fal bakarken bir cilvelenmeler, bir nazlar. Nasıl yapıyorsa, erkeklere kendisine güzel sözler söylettiriyor. Kompliman manyağı yaptırcam sizi diyor.” “eS tİ Gi T lan. Harbi manyaksın sen!”

Basıp gidiyorum Fevzi'nin yanından. Harbiden manyak bu. Sabah sabah sinirimi bozdu. Sahile gidiyorum. Her yer tenha. Bank ıslak. Islak olmasaydı otururdum diye düşünüyorum. Kahveden İçeri giriyorum. Garsonlar yeni temizlik yapmış. Yorgun ama koşturuyorlar, kendi aralarında atışıyorlar.

Devam edecek...

Not: Yukarıdaki karakterlerin gerçekle ilgisi yoktur. Tamamen kurgudur.

4 yorum:

Taner dedi ki...

Bir önceki yazına yazdığım yorum (buradan yorum göndermek neden zor?) galiba uzayda kayboldu. Çok güzel gidiyor Nilüfer. Her defasında devamı gelmeli dedirtiyorsun. Zevkle, severek okudum.

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Yok diğeri de geldi.:) Çok teşekkür ederim, çok sağol :)

Pamuk Şeker dedi ki...

Merakla okudum.Bence çok hoştu.

http://pamuk-sekeer.blogspot.com/

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Çok teşekkür ederim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...