“Bıdıkk Bıdıkkk, bıdıkcımmmm, bak kim gelcekmiş? Ama yapılır mı böyle, sen söyle Bıdıkcım? Hiç sabah sabah otogardan haber verilir mi, ben İstanbul'a geldim, birazdan evde olurum” diye. Önceden haber verse ne güzel kahvaltı hazırlardım. Evde sadece kurumaya yüz tutmuş peynir, sele zeytini var. Bereket Sedat'ın sevdiği reçelleri yapıyorum hâlâ. Ne severdi rahmetli vişne reçelini. Özlem portakal, Birşen incir reçelini severdi. Kireç kaymağına yatırırdım. Oğlanlar ne bulurlarsa yerlerdi. Hiç ayırmazlardı. . Şimdi kim kaldı ki evde, hiç kimse; yapıyorum yine. Hiç değilse eski günler gibi kokuyor reçel yaptığım günlerde ev. O huzuru duyuyorum, o günler geri gelmiş gibi.
Hay Allah, Bıdıkcım senin düşmanları unuttuk Birşen'in telefonunla. Gidip onlara mamalarını vereyim. Mutfağa yürüyorum. Küçük sayılabilecek güzel mutfağım benim. Özlem geldiğinde zorla Ikea'dan şu galvaniz açık rafları aldı. Dolapların içi rahatladı. Gerek yoktu ya! Ona kalsa yıktırıp yeni mutfaklardan yaptıralım diyor. Zannediyor ki, ben ustalarla uğraşamam da, ondan yenisini yaptırmıyorum. “Vallahi anne, beş günlük izin alır gelirim, yıktır, yenisini yaptır” diye ısrar etmiyor mu nasıl sinirleniyorum. Bu turuncu papatyalı fayanslarım, beyaz seramik lavabom. Sedat'la beraber seçmiştik. Müteahhite “hayır bu olacak” diye nasıl diretmişti Sedat. Lavabo çatladığı zaman bu harcı buraya rahmetli karıp, sıvamıştı. Anlamıyor ki beni Özlem. Kala kala elimde bunca insandan; bu eşyalar, dolaplar, danteller, biblolar kaldı. Onları da atar yenilerini alırsam kendimi alzehimer olmuş gibi hissederim, Allah vermiye.
En sonunda söyledim Özlem'e bütün bunları. Gözleri dolu dolu oldu. Söylemek istemiyordum oysa. Bu gençler halden anlamıyor, illa kendileri çok iyi biliyor, biz hiç bilmiyoruz. Son sistem, son sistem. Herşeyi değiştirelim.
Ahhh ahhhh!
Kedi köpek mama satıcısının verdiği bu ölçülü bardaklarda ne iyi oluyor. Ne kadar yediklerini daha iyi anlıyorum. Büyük olanla bir buçuk ölçü, küçük bardakla iki ölçü. Poşete koyuyorum. Allah vermiye de, o deli Melahat'la karşılaşmayayım. Her gördüğümde aynı terane. Zır zır zır. Bu soğukta, karda buzda donsun mu zavallı hayvancıklar? Pislik oluyormuş! Kara, tüyleri diken diken, kafası büyük olan kedi ödlerini koparıyormuş. Onun için zehirleyeceklermiş onu. Allah sizi bildiği gibi yapsın inşallah! Bereket yüksek girişte oturuyorum. Her sabah on altı merdiven inip çıkıyorum ya, olsun.
Bu kireçlenme belası yüzünden doğru dürüst çıkamıyorum. Duvarlarda ne korkuluk var, ne bir şey. Duvara nikel boruyu ben taktırdım, gene yaranamadım. Apartmanın bütünlüğünü bozmuşum da, kapı trabzanlar demirmiş de, nikel boru nerden çıkmış? Badana için para toplamaz pislikler. Yapılan iyi bir şeyi de mundar ederler.
Sokağa iniyorum. Ayyyy hava ne soğuk. Karlar erimeye yüz tutmuş. Hiç değilse trafik açıktır da, kız gelirken zorluk çekmez.
Pisi pisi pisi pisisiii.... canımmm, bitaneciiim, acıktın mı sen? He güzelim? Dur sana da bir avuç vercem. Dur! Dur, dedim Cingöz, Sarmana tebelleş olma, dur, sana da vercem... heh yiyin bakayım kıtır kıtır. Aferin size.
Kalkıyorum. Sağa sola bakıyorum. Oh! Neyse ki kimse yok görünürde. Bu soğukta evin içinden kimse çıkmaz. Ne temizlik yapar, ne çiçek sular ne de camdan bakar aylak aylak.
Zar zor, on altı merdiveni çıkıyorum. Daire kapamı açıp içeri giriyorum. Çay koymalı şimdi. İnşallah Birşen'de geldiğinde “amannn Teyze, bari değiştir şu alüminyum çaydanlığı” demez. Bazen de ellerinde hediye niyetine alıp, getiriyorlar. Kızların eski odasındaki dolaba koyuyorum ben de. Bir başkasına da hediye götüremiyorum. Onlar da hatıra oluyor. Bu ev hatıralar evi. Onca kalabalıktan bir kişi bile kalmadı. Nasıl da gittiler birer birer.
Birşenim bergamotlu çayı sever benim gibi. Keşke bir poğaça yoğuracak zamanım olsaydı. Yapsam mı acaba? Sıcak sıcak yer şimdi. Hadi çıkar Hayriye, unu. Dolaptan un kavanozunu çıkarıyorum. Kabartma tozu, yoğurt, yumurta. Karıvereyim. Ne de güzel oldu mübarek hamur.
Duvarda Sedat'ın, kızların, oğlanların, kardeşimin kocasının fotoğrafları. Az ilerdeki ilkokulun karşısına kırtasiyeci açılmış. Geçen albümleri karıştırırken, çıkardım bazılarını. Gittim kırtasiyeciye büyüttürerek fotokopisini çektirdim. Kocaman bir sayfa büyüklüğünde oldu küçücük fotoğraflar... O küçücük fotoğraflarda zorla gördüğüm gözlerini bir anda görünce nasıl etkilendim. Sanki canlanıp da bana bakıyorlar. Astım duvara. Duvarkağıdına toplu iğneyle tutturuverdim. Şimdi kalabalığız işte, eski günlerdeki gibi. Sedat, iyi insandın. Seninle her yaşadığım günde, iyi ki dedim. En çok da Birşen ve ağbilerine sahip çıkınca. Küçücük kaldı kız, on bir yaşındaydı annesi babası gittiğinde. Oğlanlar gene büyüktüler. Bora Birşen'den yedi yaş büyük, Başar onbir yaş büyük...
Nerdeyse Birşen'de gidiyordu onlarla. O melun gece. Nerden çıktı o düğün? 12 Eylül'den sonraki sıkıyönetim yılları. Offf, offfff....
Immmm mis gibi kokmaya başladı poğaçalar. Çayın altı kaynadı. Sehpaların üzeri de tozlu ya. Neyse artık! Misafir değil ya gelen, kızım benim.
Televizyonu açayım. Haberlere bakmalı. Ne var, ne yok? Hiç olmaz olur mu? Bakalım barış diyorlar günlerdir. Olur mu? “Hay Allah, hay Allah. Tüh tüh tühhhh... Fransa'da Kürt kadınları öldürmüşler. Örgüt içinde hesaplaşma diyorlar. Allahım bu ülkenin yüzü ne zaman gülecek? Ne zaman? Kara bulutumuz hiç eksik olmaz bizim. Herkese değer bu kara bulutlar. Herkesin canı yanar. Offff offf!”
Ayaklarım buz gibi
oldu. Eskişehir'de soğuğa alıştım diyordum ama, erimiş karlar
insanın ayaklarını nasıl da üşütüyor. Hiç bagajın önüne
gitmeden, sırt çantamla servise gidiyorum. Bırrrr hava buz gibi.
Hele sabah ayazı.
Oh iyi servis boş
henüz. En öne atayım kendimi. Şehrin kıyısından geçerken
etrafı izlemeyi seviyorum. Birer birer yolcular gelmeye başlıyor.
Bazıları servis kalkana kadar dışarda sigara içiyor. Benim midem
büzüşmeye başladı. İçecek halim yok. Canım da istemiyor
zaten.
Servis doldu. Şöför
geliyor. Sanki pilot gibi yolculara bakıyor. Bir başka şehirden
değil de, bir başka gezegenden gelip, kente entegre olmak ister gibi
biz de trafiğin arasına karışıyoruz. Yabancılığımızı trafikteki herkes biliyor. Oysa servisten indiğimi anda biz de buralı olacağız. Hızla koşturmaya başlıyacağız. Ağır olmaya gelmez burda. Şimdi Seç Turizmin
elemanlarıyız. Ne kadar ironik bir otobüs firması ismi. Biz mi
seçtik, seçileceğiz mi? Off hadi başla şimdi nerdeyse otobüs
firmasının isminini, fill çekimini yapcaksın, sabah sabah.
Teyzem nasıldır
acaba? Sesi telefonda her zamanki gibi yorgun ve kırık geliyor.
Kolay mı yetmiş beş yaş. Kolay mı onca gideni uğurlamak.
Birimiz de bari şu şehirde kalsaydık ya. Hepimiz savrulduk kaldık.
Kaşlarım düşmüştür şimdi benim. Ağlama ayarına almışım
gibi olurum kendimi. Hadi Birşen düzelt şu kaşlarını saçını
başını...
Ah geldik işte. Özlemişim. İniyorum. Elimde çantam, mahalleye giriyorum. Hemen caddenin bir
arkasındaki bu apartman. Çocukluğumun, ilk gençliğimiz, geçiş
sürecim. Ben kendi evimizden ayrıldıktan sonra hiç bir yere ait
olamadım. Ne buraya, ne Eskişehir'deki öğrenci evine, ne de kendi
evim diyeceğim o eve.
Aitlik hissim kayboldu. Bu dünyaya düşmüş
bir yabancı gibiyim.
Apartmanın
önündeki kediler büzüşmüş. Teyzemin kedileri. Gülümsüyorum.
İlk karşıma çıkan onlar. Eğilip başlarını seviyorum.
Apartmanın
kapısını açıyorum. Demir kapı aynı. Beni çocukluğuma
götürüyor. Hiç değişmesin bu kapı. Ama boyamışlar. Hem de
kaçıncıya. Şekiller çizmiştik üzerine Özlem'le, nasıl kızmışlardı bize apartmandakiler de, eniştem boyatmıştı. Bu kapının önünde Özlem'le evcilik
oynardık. Duvardaki badanalar yer yer dökülmüş. Posta kutularını
değiştirmişler. Geçen geldiğimde eski posta kutularından ikisi
çürük diş gibi sallanıyordu. Halbuki onları yeniden çaksalardı
ya. Demirdi onlar. Şimdikiler plastik gibi, hafif. Her an kalkıp
gidecek gibi bir hali var. Eskiden mektuplar gelirdi harbi harbi.
Şimdi yükte hafif pahada ağır faturalar geliyor sadece. Nikel
boru yapılmış. Merdivenin sağ tarafına yapıldığına göre
kesin teyzem yaptırmıştır. Her sabah kedilere mama veriyor. Kadın
artık baya yaşlandı. Özlem'in yanına Ankara'ya taşınsa. Özlem
artık oradan dönemez. Dışişleri'nde çalışıyor, nasıl
gelsin. Çocukların okulu, kocası...
Not: Yukarıdaki karakterlerin gerçekle ilgisi yoktur. Tamamen kurgudur.
Not: Yukarıdaki karakterlerin gerçekle ilgisi yoktur. Tamamen kurgudur.
Devam edecek...
2 yorum:
Dalmış gitmişim... Zaman durdu mu, yoksa çok mu hızlı geçti anlayamadım. Şu, arada bir eskilere gönderme yapıyorsun ya! Sanki Özlem'i, Sedat'ı tanıyormuşum gibi hissediyorum. Demem o ki, bir yakalayınca son kelimeye kadar sürükleyip götürüyorsun insanı. Çok güzeldi. O bildik ustalardan hiç bi eksiğin yok. Fazlan bile var. Eline sağlık arkadaşım.
Valla bu sözlerin var ya, nasıl motive ediyor beni. Bunları duyunca hadi daha fazla yaz diyorum. Çok teşekkür ederim, Taner hocam :)
Yorum Gönder