17 Aralık 2011 Cumartesi

Dügme deyip de geçme!


Tuhaf huylarım vardır benim. An gelir, kendimi çözemem. Bu huylarım da olmadık; en koşturmalı zamanlarda ortaya çıkar.
Geçen gün o kadar yoğundu ki. Sabah ablamın sergisini kurmak için gittiğimiz binada, yoğun ve yorucu zaman geçirdikten sonra, Kıbrıs Şehitleri’nde yemek yiyip, eve, sergide giyeceğimiz kıyafetleri giymek için gittik.
Evde  alelacele hazırlandıktan sonra, üzerime kabanımı giyip sokağa çıktım. Taksiye bindiğimde ‘’bu yol hiç bitmesin, trafik arapsaçı olsun, zaman dursun’’ gibi dilekler geçirdim içimden. Hava kararmaya başladığından, yasal saatler sona erip, yasadışı zamanı dışarda geçirmek istemeyenler, evlerine koşturup dururlarken, ben sırtımı oturduğum koltuğun duvarına dayadıkça iyi geliyor gibi hissediyordum. Koşturan insanlara, dükkânlara, apartmanlara, daha önce hiç bakmadığım yerlere bakarken, sergi binasına geldik.
Çabucak ama çabucak inmem lazımdı. Ben ağırdan alırsam sanki trafik kilitlenecekti. Haldır huldur indim. Etrafa bakındım. Bu hatırladığım zaman, o kadar kısa bi süreydi ki…  etrafa bakındım deyince aheste aheste inip, sonra da etrafına dalgın dalgın bakıyormuş hissi yaratmasın lütfen. Evet bakışlarım yorgunluktan ağırlaşmıştı ama kendimi dışardan izlediğimde, hızlı çekime alınmış, kısa film karakteri gibi hissediyordum. Tam kapıyı kaparken, taksinin sağ arka koltuğunda düğme gördüm. Evet bu düğme benim düğmemdi. Ama ona yabancı gibi davrandım. Sanki yıllardır soğuktan, yağmurdan beni korumaya yarayan bi düğme değildi. Ona hem uzun uzun bakıyor, (aslında kısa zaman) hem yabancılıyor, ''hayır hayır benim düğmem değilsin. Ahh yalan söyleme, biliyorsun gerçeği.'' Yıllar içinde yıpranmış ipten kurtulmasına, belki benim aceleci davranışım, hoyratlığım sebep olmuştu. Belki değil, bendim onun kopuşuna sebep. Onu dışlamaktan üzülüyor olsam da, gözlerim ‘’sonsuza dek elveda’’ der gibi bakıp, kapıyı hızla kapatarak, karşıya baktım. ‘’Belki’’ dedim ‘’belki seninle aynı takside, aynı koltukta tekrar karşılaşabiliriz, hıı ne dersin?''  Dünya küçük demişler, İzmir neden küçük olmasın? Neden aynı taksiye bi daha binmeyeyim? Belki taksici o düğmeyi ordan hiç kaldırmaz. Arka koltuktaki kilim döşemenin üzerinde farklı bi tasarım olduğunu düşünen, farklı tasarımlara açık bi taksi şöförü de olabilir. Belki! Silikon tabancayla yapıştırır seni oraya. 
Onu terk etmemek için çok uzun savaş verdim kendi içimde. O kısa zaman benim için nası uzun geçti. Izdıraptı. Ben vefasız değilim. Fakat beni vefasızlağa sürükleyen neden, onun kopuk bi düğme olmasından kaynaklanıyor. Ben asla kullanılmış, kopuk, deliklerinden ipler sarkan bi düğmeyi tutamam. Midem bulanır. Gördüğüm anda. Elime alınca neler olacağını düşünemiyorum. Yeni düğmeye karşı bu aşırı hassasiyeti göstermem. Nötr duygular taşırım.
Şimdi kabanımın altı düğmesi sağlam. Bir tanesi yok. Yabancıladığım, elime almadığım, alamadığım  düğme, diğer altı düğmeyi de çöpe gönderiyor. İntikamı acı oldu!  Hepsini yenileyeceğim. Yeni düğmeye karşı bi şey hissetmiyorum demiştim ya. Dikeceğim bir, bir düğmeleri… Sıkı sıkı ama. Kopmasın… bi daha bu vicdan azabını yaşamak istemiyorum!




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...