4 Aralık 2011 Pazar

Anayurt Oteli

Bir kadın gelecek ve güzel bi aşk başlayacak. Kadını hep bekledi Zebercet. Kadının unuttuğu, siyahlı, kırmızılı, sarılı el havlusunu, köyden gelen iki genç tarafından istenmesine kadar... ondan önce bu havlu, Zebercet için önemliydi. Sonraları bi önemi kalmadı, umudun tükenişi ile birlikte.
Ne ölmeyi, ne de yaşamayı hak edenlerin romanı! Sadece Zebercet değil, ailesinin, konağın hazin sonu da işlenmiş.
Yıllar önce filmini izlemiştim ama hayal meyal aklımda kalmış. Belki de ben filmin hakkını vererek izlememiştim. Ya da izlemeye müsait ruh halinde değildim.
Romanda Zebercet'in beklediği kadının, kırmızılı, sarılı, siyahlı havlusunu horoz dövüşlerindeki horozlarla eşitlemesi ve romanda horoza dair bi saptama, erkeğe dair bi saptama aslında.
Şaşalı günlerinde, konakta yaşayan her aile üyesinin mutsuzlukları ve Zebercet'in yalnızlığı, yalnızlıktan mı olduğunu pek kestiremediğim psikolojik bozukluğu. Belki de geçici ilişkilerden dolayı, kendi psikolojisini çökerten ruh hali.
Türk edebiyatının en karamsar, en çirkin, en kirli, en kendine yabancılaşmış karakterin olduğu bi roman. Romanda güzel olan bi şey yok. Çirkinliğin bu kadar diplemesi sizi oldukça etkiliyor. Etkisinden çıkamıyor insan kolay kolay. Bu kadar çirkinlik ve insan psikolojisini çözümleyen bi romana rastlamadım. Çirkinlikten, karamsarlıktan, yalnızlıktan böylesi akıcı ve güzel bi roman yazmak her yazarın harcı değildir.
Yaşamayan insanların, yaşayan insanlar üzerindeki dayanılmaz baskısı ve hayatını paramparça etmesi.
Zebercet'in intihara giderkentraş olması sanki ölüme meydan okumak gibi bi şey. İntihara giderken yerdeki döşemelerin hangi ormandan, kimlerin bu keresteleri kestiği ve kimin çaktığını düşünmek.
Yazar burada aileyi bi ormana benzetirken, artık yalnız kalmış ve intihara giden Zebercet'i çakılı yer döşemeleriyle sembolize ediyor.
Ve romanda geçen tarihlerin tesadüfi olmadığını düşünüyorum kesinlikle.

Yusuf Atılgan anlatıyor:
Manisa'da “Anavatan Oteli” diye bir yer vardı. Babamla Manisa'ya her gidişimizde, Anavatan Oteli'nde kalırdık. Çünkü otelin sahibi babamın iyi arkadaşıydı. Oteli de Zebercet Efendi ile, oğlu Ahmet işletirdi, romandakinin tersine. Birgün bu oteli tazma isteği doğdu içimde. O sıralar arkadaşlarla Birgi'ye gideceğiz. Gece Aydın'da bir otelde kaldık. Bu otel işte. Kapıdan giriliyor, karşıda yukarıya çıkan bir merdiven var. katibin yeri de bu merdiven aslında. Önünde küçük bir masa. Gece arkadaşımla konuşurken “yahu” dedim, “bu adamın buradaki hayatı ne olabilir?” merdiven altında oturan bir adam. Nasıl bir adamdır bu?”Üstelik benim bunaldığım zamanlar.” böyle bir ikilem içinde olduğum bir durum. Anavatan Oteli ile bu adamı birleştirdim, kendi ruh durumumu da yansıtmaya çalıştım. Bu roman çıktı.

Refik Durbaş ile söyleşi / Subat 1988
  • Anavatan Oteli duruyor mu hâlâ Manisa'da?
  • Duruyor ama artık otel değil. Otel kapandı, yapısı duruyor.
  • Ya Zebercet?
  • O da yaşamıyor.
  • Peki Zebercet romanı okumuş muydu?
  • Yok, çoktan ölmüştü. Okuyamadı. Ama Zebercet'i tanıyanlar, romanı gördükleri zaman “aaa biz bunu biliyorduk” demişler, Manisa'da.

Ben Zebercet karakterini biraz da çocukluğumda tanıdığım Hancı Behzat'a benzettim. Çarşının orta yerinde, hatta en iyi yerinde zamanında babası hancılık yapıyormuş. Behzat ise bakkallık yapıyordu. Mal varlıkları ile oldukça zengindiler. Fakat bu zenginlik, sadece mal varlığı olarak kaldığından, kendileri oldukça yoksul yaşıyorlardı. Yaşamlarını bi evde değil, hanın bi köşesinde sürdürüyorlardı. Şimdi düşündüğümde Behzar genç olmasına rağmen, bana hep yaşlı görünüyordu. Kahverengi bakkal önlüğünün kolları eskimesin diye, soluk siyah renkte kolluklar takıyordu. Okumayı çok sevmesine rağmen, gündemi ambalaj olarak kullanılan eski gazetelerden takip edip, “ne fark ediyor ki, zaten hep aynı olaylar oluyor” diye cevap veriyordu. Yaşlı ve aksi bir annesi, şimdi şizofren olduğunu düşündüğüm bi erkek kardeşi vardı.
Bu topraklarda öyle değişik hikâyeler var ki! Tabii işlemesini bilene...




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...