22 Ekim 2011 Cumartesi

Bizim için kasa, onlar için müzik aleti!


Sabahın ayazında Güzelyalı’da,  masa örtüleri turuncu olduğu için oturduğum çay bahçesinde, çay, simit, peynir üçlemesini afiyetle mideye indiriyorum. Çay nefis, sıcak, harika…
Bu harikalığa hafif hafif, akerdeon sesi eşlik ediyor. Benim kara gözlü Romen çocuğu geldi. Onunla geçen hafta tanıştık. Ne kadar da güzel çalıyordu. Hüzünlü, romantik, büyülü bi ses. Ona para vereceğimi zannettiyse de, cebimde bozuk para olmadığından, buruk bi gülümseme fırlattım. Ne yapsın onu? Ayağa kalkıp ‘’car cara car car’’ diye kötü olduğunu düşündüğüm bi şeyler söyledi.  Ben de ona eğilip, ‘’bak sen, bak sennn’’ dedim. Uyuz oldu!
Yolda parayı  bozdurup, hakkını toka ettim.
Vay canına yandığım, ne de güzel çalıyorlar. Bizim mahalleden de geçiyorlar. Evin içine harika müzik doluyor.  Bünyen o anda kafayı yemek üzere dahi olsa, anında derman oluyor. Ruhu okşuyor.
Bu çocuk artık oraya her gittiğimde tanıyor beni. Hemen yanıma geliyor. Masamın yanında şahane müzik ziyafeti sunuyor. Emeğinin karşılığını, kredi kartına dört taksit ödemek isterim; ama küçük bi nakit karşılığı çok nefis dakikalar geçirmeme neden oldu. Yetenekli karagözlü Romen çocuğu…
Şöyle hissettim; önümdeki bisiklet yolundan, Amelie bisikletiyle geçecek, ben de Amelie’e ‘’heyyy Amelie gel sana sade bi Türk kahvesi ısmarlayayım, hem de iki lafın belini kırarız’’ diyecektim. O derece yani! İçimi huzurla dolduruyor, akerdeon. Yaşamın küçük ama güzel detaylarını anımsatıyor.
Hatırlıyorsunuz değil mi? 2000 lerin başında, Ciguli diye, gözleri cin gibi bakan bi vatandaş gelmişti.  ‘’Binnaaazzz Binnaaazzzz’’ diye ortalığı kasıp kavurmuştu. Nerde sahi o? Ne güzeldi. Çok sevmiştim, o cin bakışlı, akerdeon çalan adamı.
Fransız şarkıları ile de romantik oluyor bu akerdeon denen alet.
Bi zamanlar benim de güzel bi akerdeonum vardı. Vardı ve duvarda, tek başına, naif, dikbaşlı bi şekilde bakıyordu. Bordo sedefli,  pek afilli bi aletti.  Ben onu çalmak istesem de, çalamazdım. Çünkü bizim Milli Eğitim sistemimize göre; beden, resim ve müzik dersleri trişkaden tayyare derslerdi.
Eeee bu durumda ne yapacaktım, güzelim aleti? Her zaman purinol almak için  gittiğim Hayat Eczanesi’nin, pek şahane kasasına öykünerek, akerdeonu, ‘’farz edelim ki, Hayat Eczanesi’nin kasası,’’ deyip, eczacılık oyunu oynayacaktım. Hayat Eczanesi’nin kasası da kasaydı ama kardeşim. Öyle bi kasayı 10 yıllık ömrümce hiçbi yerde görmemiştim. Kovboy filmlerindeki kasalar gibiydi. Eczacı kasanın tuşlarına bastığında, çangiro çon çon, çing çang çoyynnn, zıp zıpp, cıp cıp cııyypp,’’ diye onbeş dakika sesler çıkarır, ve nihayetinde öyle açılırdı.  Sırf bu seronomiyi izlemek için; gidip purinol ya da suda eriyen portakal tabletlerinden alırdım.
İşte bu müzikli eczane kasası sayesinde, benim akerdeon amacından çoktan sapıp, kasa halini almıştı. Yazın güneş vurmuş oturma odasının çekilmiş perdelerinin, huzur veren loşluğunda,  akerdeonu yatay olarak yere yatırıp, piyano tuşlarına benzeyen, tuşlarına vurarak ‘’farz edelim ki, Hayat Eczanesi’nin kasası’’ haline getirirdim.
Sonrasında mandolinim olmuştu.  Üzerindeki kelebek motifiyle, onu çalmaya başladığınızda, kelebek kadar özgür olacağınızı mı ima ediyordu? Çalma mutluluğuna erişebilsem, bunun sırrına vakıf olabilecektim, ama bütün çocuklara ders veren Güven Ağbi’miz, bize akord ve sonrasında ‘’bugün ne öğrendiniz?’’ diye soran anneme ‘’tremelaaaaaaa’’ diyerek ağzımı yayarak, söylemekten öteye gidemedi. Zira buraya kadar geldikten sonra, Güven Ağbi’miz hepimize baş baş yaptı!
Mandolinim de yüklükte bi yerlere itildi!
Geldi orta ikinci sınıf. Hayatımda ilk kez gerçek bi müzik hocası geldi. Fakat gelgelelim adam, sırf psikopata bağlamıştı.  Bize notaları öğretti. Öğretti de!  Aman da aman, ne güzel! Ama öğretmenimiz o kadar psikopata bağlamıştı ki; hâlâ aklımdan çıkmayan ‘’ si si do re, re do si la, la la sol sol, laaa sol sol’’ melodiyi de ezberletti. Kaç yaşına geldim, hâlâ beynimin en ücra sokaklarından, fırlayıp çıkıyor.
Daha sonra öğretmenimiz, bizi özümüze döndürerek; ‘’yine yeşillenmiş fındık dalları, aman karpuz kestim yiyen yok’’  gibi güzel türkülerimizi de öğretti. Çok sevindik, mutlu olduk.  Bununla birlikte öğretmenimiz,  müzik öğretmeninden ziyade,  ‘’milli güvenlik’’ öğretmenleri gibi, dehşetli bi otoritesi vardı. Müzik dersleri, biraz kabusumsu havada, korku ile birlikte geçiyordu. Kendimi biraz sıksam, korku filmlerine müzik yapabilirdim!
Ve tüm bunlara ilave olarak, benim müzik kulağımın eksik olması nedeniyle, her türlü türküyü, notayı öğrenmeme karşın, bütün derslerden, tulum geçtiğim halde, ikmale kaldım!
:( :)  
Karne zamanı geldi: ''derslerin nası bakiim evladım,'' diye soranlara ‘’müzikten ikmale kaldım’’ dediğimde onlar da bana, müstehzi bi şekilde gülümsüyorlardı. Zannediyordum ki, içlerinden de, ‘’yuhhh!’’ diyorlardı.
Müzik, beden, resim… olmazsa olmaz. Şu an durum nasıl, bilmiyorum ve bilmiyorum.
Sonra da ‘’umuyorum ve umuyorum’’ diyorum.



Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...