2 Ekim 2011 Pazar

Alınteri değil, miras...


Fevzi ve Naci Beyler komşuydular. Bebek sırtlarında babadan kalma ahşap evde oturuyorlardı. Vakti zamanında ikisinin de ailesi zenginmiş. Arsalar, evler falan filan...
Sırf bu zenginlik yüzünden bu iki çocukluk arkadaşı çalışmaya yeltenmemiş. İkisinin de babası genç yaşta ölmüş gitmiş. Anneleri ‘’olsun oğlum korkma bizde mal mülk var, sana bişey olmaz,’’ diye diye bu iki genci kalpazan yapıp çıkmışlar.
Emri hak vaki olmuş anneler de gitmiş birer birer.
Miş-li geçmiş zamandan, geniş zamana geçiyoruz. Hazır mısınız? Van, tu, tri, foroooo…
Bu iki arkadaş evliliğe de yanaşmadılar. Akranları yirmibeşlerinde evlenip, çoluk çocuğa karışırken, onlar otuzbeşlerine geldikleri halde evlenmediler. Bu durum ikisini de bozmuyordu. Beyoğlu’ndaki beyaz Ruslara ikisi de bitiyordu.
Ohh keyifler kekâ.
Beyoğlu lokantalarına, pastanelerine, lüks hanımlara para mı dayanır? Evin geçimini saymıyorum bile bu durumda…
Gün geldi, paralar iyice suyunu çekti. Kala kala bir evin kirasına kaldı Feyyaz. Naci ise ondan önce sıfırı tüketmişti. Beş altı yıl öncesinden kalma kıyafetlerle geziyorlar, durumu kurtarmaya çalışıyorlardı. Bereket elbiseleri şık ve pahalı İngiliz kumaşlarından dikilmişti.
Durum vahimdi vahimmmm…
Ne yapacaklarını şaşırdılar. Naci, Feyyaz’da çıt sesi duysa eve damlıyordu. Artık kırk yıllık arkadaşına yağ mı çeker oldu ne? Parasızlık ve tembellik kişiliğini işte böyle etkiledi Naci’nin.
Feyyaz’sa deli olabilir, kafayı her an sıyırabilirdi. Ev bi türlü satılmıyor. O zaman ne ZAğaoğlu’nun babası, ne de ZAğaoğlu var. Olsa alırlar evi, arsaya dönüştürüp  ‘‘hah hah haaaa ben yaptım oldu.’’ Yatırımını böyle lavukların elinden üç otuz kuruşa alıp, milleti kazıklayıp, takma dişlerini göstererek, son model olsun, antika arabalarla olsun, İstanbul’u turlayıp, yirmilik kızlarla gününü gün ederdi.
Feyyaz bi gün Sirkeci’de dolaşırken, müzik sesi duydu. Sese doğru gitti. Vitrine baktı, son model bi radyo. ''Amannn şeyimden aşağğıı Kasımpaşa, koyver gitsin'' dedi. Evet son zamanlarda üslubu da epey terbiyesiz oldu. Küfür, argo deyimler gırla gidiyordu. Parasızlığın sebep olduğu sinir  buna etken olmuştu. Ne yapalım, Feyyaz’ın hatrına böyle söyleyeyim.
Cebindeki parayla fotoğrafta gördünüz radyoyu aldı. Halbuki o para onun ekim ayı gideriydi. Mirasyedi olmak böyle bi şey işte… kafana estiği gibi parayı harcamak. Sonrası Allah kerim!
N’olursa olsun, kafayı yicem, iki kuruş para harcarken, düşünmekten sıkıldım. Eski günlerin hatrına, istediğimi almak, hesapsızca para harcamak istiyorum. Deliriciiiimmm lannnn, diye bağırdı.
Aldı, eve getirdi radyoyu. Ohhh billur sesli şarkıcılardan, şahane şarkılar. Mahallede namı yürüsün diye, bangır bangır açtı sesi.
Feyyaz’ın evindeki çıt sesini dinleyen Naci, ‘’lannn bu galiba evi sattı bana da söylemiyor’’ dedi kendine. Naci’nin parasız kalınca, Feyyaz’a karşı yalaka olduğundan bahsetmiştim değil mi? Evet Naci hemen yokuşun aşağısında, köşedeki çiçekçi Zeliha’dan bi buket çiçek yaptırıp, yokuşu nefes nefese çıkıp, Feyyaz’a geldi.
‘’Yahu n’oluyor azizim, nihayet mirasa kondun mu? Ohhh sefamız olsun diyebilcek miyiz? Feyyaz  ‘’yok yahu sadece telefunken marka radyoyu aldım. Yeter yaaa, yeterrr, kafayı sıyırcam Naci.’’
Hay Allah ben de mirasa kondun da, eve oda orkestrası getirdin sandım. Hangi sanatçıysa, bi buket çiçeğimi de kendisine sunmak istedim. Bilirsin nezaket sahibi adamımdır.
Yok daha konamadım. ZAğaoğlu’nun babası doğmadı. Doğsa hemen alırdı. Tühh lan. Karadenizli müteahhitleri beklemekten başka çare yok. Elimdeki para belki bu kışı çıkarır.
Naci ağzını :( yaptı. Değil internet, bilgisayar –elektronik beyin- dahi icad edilmemişti ama bu iki komşu pek ileri görüşlüydüler, pekkkk!...





Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...