22 Aralık 2013 Pazar

Adorno ve Ben


Aşağıdaki Adorno'dan (italik yazı) paragrafı bi zamanlar bi yerlerden (ç)alıntılayıp, yeni yıl zamanı  sevgili müstakil blogumda yayınlarım diye düşünmüştüm.
Adorno hediye verme üzerine düşünüp, hediyelik eşya dükkanlarının saçmalığından dem vuruyor. Hediyelik eşya dükkanları yetmezmiş gibi, bi de fuarı var. Vıcık vıcık kalabalık, çok acayip, en gereksiz tasarımlar hiç bir işe yaramayan bişiler var. Geçen sene gittim, bu sene de gidicem. Çelişkiye buyrun :)
Hediye almayı sevmiyorum hele böylesi özel günlerde. Pardon genel günlerde. Genel günlere çok gıcık oluyorum. Hadi hediye al, tamam tamam, ikiletmem lafını reklamcı, rap rap rap gidip vıcık fuardan alırım. Neden gidiyorum fuara biliyor musunuz? Antep biberi, salçası, Uşak tarhanası almaya. Bunları burada gerçeğini hiç bir yerde bulamıyorum. Geçen sene bi Antep biberi aldık müthiş bişeydi. Bizim mutfağa bizden hediye:) 
Bugünler nasıl geçiyor. Şöyle: Fırtınalar koparsa kopsunnnn, sürüklesin ikiNiziiiiii, arzular mımbırtı zımbırtı falan filan.
Şu anda tv de bloomberg tv de zozyete hatunları resmi geçidi var. Heee çok güzel, mutlu, süslü püslüsünüz. Zemininiz çok kaygan dikkat edin düşmeyin e mi?
Vus'at Bey'in kitabını bitirdim dediğim gibi beğendim. Bi türlü Panaıt amca gitmiyor. Bu günler bu kadar sertken nasıl gitsin yahu? 
Haksız mıyım a canım. 
Bugün yazdan kalma bi usta işinin (çatı ile alakalı) kazık attığını başka bir usta vasıtasıyla öğrenmiş olduk. Müşerref olduk. Bu memleket başından kıçına kadar çürümüş kardeşim. Herkes birbirini kazıklamaya çalışıyor. 
Offf yahu. İçkiye mi başlasam napsam? Kanyak üretimi bitmiş biliyor musunuz? Isınmak için alayım dedim de, üretilmiyor dedi eşşoğlular. Ay çok terbiyesizim di mi?
Bakalım yazı yazacak mıyım yıl sonuna kadar. İki gün kurs, bi gün sinema, bigün alışveriş, bigün bilmem ne zırt pırt geçiyor günler.
Ahhh Zeki Abi (demirkubuz) söyleşisine gittim. MUHTEŞEMDİ. Çok doyurucu harika bi söyleşiydi. Güya anlatacaktım di mi? Gümbürtüye gitti o da. Bu yazıda anlatmayacağım belli. Adamın en nefret ettiği şeyi söyleyim bari: Kapitalizm. Ama bi o kadar da ilgisini çekiyormuş. Yazmam lazım bu söyleşiyi. 
Neyse ilk kez yapacağım şu alıntılama işini yapayım. İsterseniz Adorno ne demiş, hediye verme üzerine okuyun. Sanki bi faydası olacak kapitalizme karşı da. Girmişiz bu sisteme, çıkamıyoruz bi türlü. Çıkacağımız da yok. Neyse yahu buyrun işte:   

Hediye verme adetini unutuyoruz.Mübadele ilkesinin çiğnenişinde anlamsız ve inanılması güç bir şey var; zaman zaman çocuklar bile kuşkuyla bakıyor hediye verene, sanki hediye onlara sadece fırça ya da sabun satmak için başvurulan bir hileymiş gibi.Bunun yerine hayır derneklerimiz var artık, resmi lütufkarlıklarımız ve toplumun görünürdeki yaralarını gözlerden saklamak için yaptığımız planlı çalışmalarımız var. Bu türden örgütlü çalışmalarda insanca dürtülere gerek yoktur; ve zaten bağışta her zaman aşağılayıcı bir şey vardır: Dağıtılır, hakça bölüştürülür, kısaca onu alanı bir nesne durumuna düşürür.
Kişisel hediyenin bile, öngörülmüş bütçeye titizlikle bağlı kalarak, karşıdaki insanı iyice tartarak ve mümkün olan en az çabayı harcayarak gerçekleştiren bir toplumsal işlev durumuna düştüğü, akılcı bir nezaketsizliğe dönüştüğü söylenebilir.(*) Vermenin asıl sevinci, alanın da sevincini hayal edebilmekten geliyordu. Seçmek, zaman ayırmak, zahmete katlanmak, ötekini bir özne olarak görmek demektir bu: Savrukluğun ve gelişigüzelliğin tam tersi. İşte bunu kimse yapamıyor gibi şimdi. Olsa olsa, kendilerinin de sevebileceği şeyleri veriyorlar, ama tabii birkaç derece daha kötüsünü. Vermenin yozlaşması, o iç karartıcı icattan, "hediyelik eşya" diye üretilen şeylerden de anlaşılabiliyor; kişinin ne vereceğini bilmediği çünkü aslında bir şey vermek istemediği varsayımına denk geliyor bu yeni icat. Verilen hediyeyi değiştirme hakkınınsa şundan başka anlamı yok: " Al bunu, sana ait, ne istersen yap onunla, eğer hoşuna gitmediyse geri verip yerine başka bir şey al, benim için hiç fark etmez." Üstelik normal hediyeler vermenin yol açtığı sıkıntılı mahcubiyetle karşılaştırıldığında,satılabilirlik ilkesinin bu mutlaklaştırılması bile daha insanca seçeneği temsil ediyor, çünkü hiç değilse alıcının kendi kendine bir hediye almasına imkan veriyor- böyle bir şey hediyenin doğasına aykırı olsa bile...
Çünkü bugün bile hayalgücümüzü biraz çalıştırmakla müthiş sevindire-me-yeceğimiz hiç kimse yoktur.
Vermeyen insanın en vazgeçilmez yetileri dumura uğrar; çünkü katışıksız içselliğin tecrit hücresinde değil, ancak dışarda, nesnelerle bir temas içinde gelişebilir bu yetiler. Vermeyen insanların yaptıkları her şeyden bir soğukluk yayılır. Bütün şefkatli, iyi ilişkiler, hatta belki de organik doğanın bir parçası olan barışma bile, bir hediyedir. Fazla mantıklı düşündüğü için bu yeteneğini yitiren kişi, kendini de şeyleştirir ve donar.




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...