12 Haziran 2012 Salı

Dil orucu


Evden çıktığımızdan beri birbirimizle konuşmuyoruz. İlk önceleri böyle değildi. Uzun yürüyüşlerde mutlaka konuşacak bi şeyler bulurduk. Hatta kahkahalarla gülerdik herşeye. Ama aylar öncesi, o, olay gerçekleştikten sonra… ikimiz de unutamıyoruz olanları; söyle kim suçlu? Sadece “hiç kimse” diyebiliriz, o kadar.İlk zamanlar, sinir bozukluğu, birbirimizle kavga etmeler, uzun süren küsmelerden sonra, artık olanı biteni olduğu gibi kabul etme aşamasındayız. Bi sure uzatmaları oynarız. Bakalım sonrası Allah kerim diyelim. Diyelim de kaçınılmaz son mutlak gelecek elbet. Şu an yaşadığımız da bi evre. Yaşayalım tüm evreleri, aklımızda soru işareti kalmasın…Bütün bunlar niye oldu? Özgürlük genişletme isteği.  Genişledi mi? genişledi mi bilmem ama, bu işin sonunda ferahlayacağımız kesin. Dediğim gibi uzun yürüyüşler yaparak, uzun suskunluklarla hem yanyanaydık, hem de çok uzak. Hiç konuşmuyorduk. Yan yana ama kopuk, hem onunlayım, hem de ondan çok uzak. Nasıl oluyor bu? Oluyor işte! artık beni hiç bir şeyin şaırtmayacağı ve üzmeyeceği bir ruh halindeyim.  Yürüye yürüye çay bahçesine gelmişiz.  Demin de bahsettiğim gibi birbirimizi suçlama, kavga etme dönemini aşmıştık. Bizi gören huzura ermiş bir çift sanabilirdi. Her zamanki masamıza oturduk. O kadar yol almıştık ki, her zamanki çay bahçesinde, her zamanki masamız bile vardı. Tek tük müşterisi olan çay bahçesinin garsonu, birden sanki hep yanımızda duruyormuş gibi ortaya çıkıverdi. Ne içeceğimizi sordu. Çay siparişlerini aldıktan sonra, başka müşteri gelmiş de ben kaçırmış olabilirim endişesiyle, yeniden tek tek masalara baktı ve çay ocağına doğru ilerledi. Biz, masamızın karşısında dalları birbirine geçmiş sepet gibi örgülü ağacı seyretmeye koyulduk. Eskiden bol bol sohbet ederken, bu ağacın sadece serinlik veren gölgesini hissederdik. Iç içe geçmiş dalları fark etmemiz kavgalardan sonra gelen uzun sessizlik döneminde rastlar. Artık bu ağacı seyretmek, her ikimize de zevk veriyordu. Gövdeden ayrılmış bir dalın, hangi yöne gittiğini anlayabilmek için dakikalarca bakmamız gerekebiliyordu. Ben yine her zaman olduğu gibi bir dal seçtim. O anda bir kedi can havliyle ağaca tırmandı ve meraklı gözlerle, aşağıdaki köpeğe bakmaya başladı. “Sıkıysa gel” der gibiydi bakışları. Kopek de onu korkutup, gücünü ispatladığından emin kısa bi sure baktıktan sonra çekti gitti. Tam o sırada yan masadaki öğrenci kızların konuşmasını duydum.
& ben ona aşıktım aşık, nasıl anlamadı?
& ???
& en çok da ne koydu biliyor musun? Onun benimle ilgilendiğini sanırken, Pelin için benimle arkadaş olmuş. Beni kullandı yaaa! Ben çok mu çirkinim Aysel?
& saçmalama yaaa kızım, ne çirkini. Bırak yaaa, ne buluyorsun o herifte anlamıyorum. Senin gibi birisi…
& bilmiyorum Aysel çok sevdim onu, çok. Bana şu an “gel” dese giderim. Ne okul görüyor gözüm, ne de başka bi şey.
& Sen aşka aşık olmuşsun kızım.  O sana yüz vermiyor ya, ondan böyle düşünüyorsun.
& Bana köşe yazarı tripleri çekme Aysel. Seviyorum onu!
Kızı çok merak ediyorum, dayanamayıp dönüp bakıyorum. Kızın arkadaşı tedirgin oluyor.
& Bağırmasına be kızım, herkes bize bakıyor. Topla kendini biraz.
Kız susuyor. Bir sure hiç konuşmuyorlar. Ben hâlâ aşkını düşündüğünü sanıyorum.
“Artık ne kadar kendimi kaybettiysem, millet dönüp bakmaya başladı. Keşke bizde, o çift gibi olabilseydik.  Ne dertleri var, ne sıkıntıları… birbirlerine kavuşmuş ve her şeyi aşmışlar. Bir yandan çaylarını yudumluyor, diğer taraftan karşılarındaki ağaca bakıyorlar. Bir karı koca ne yapar da, bu kadar huzurlu olabilir? Bir yerlerde “mutlu ve huzurlu çift” yarışması yapılsa, bunlar açık ara birinci olurlar. Deminden beri dikkat ettim, konuşmuyorlar da…. Bir keresinde annemle Susuzdede’ye dilemeğe gittiğimizde, annem dileğinin gerçekleşmesi için “hiç konuşma, sadece dileğin neyse ona konsantre ol” demişti. Evden çıktığımızdan itibaren hiç konuşmamıştık. Dileğimizi dileyip, hiç konuşmadan eve gelmiştik. Annem “nasıl gıda orucu varsa, bud a dil orucu” demişti. Arasıra unutup konuşsam da, dileğim gerçekleşmişti. O zamanlar dileğim bir türlü geçemediğim matematik dersinden geçmekti. Hakikaten eylülde, dersi geçmiştim. Sınavda çok kolaydı zaten. Aaa aa birden aklıma geldi:
& Aysel bu cuma Susuzdede’ye gidelim mi?
& Hadiii nerden çıktı bu şimdi?
& Bir zamanlar orda dileğim gerçekleşmişti, belki gene…
& Hııhhhh! Olur, işim olmazsa gideriz.
Kız tekrar konuşmaya başladı. Susuzdede’ye gidecekmiş. Dileği gerçekleşmişmiş. “Ahhh keşke dertlerin, hep böyle dertler olsa. On bilemedin, on beş yıl sonra bu dertlerin, dert olmadığını görüp katılarak güleceksin.”
Böyle düşününce, acaba diyorum, maneviyattan çok mu uzaklaştım? 
& Bu Cuma Susuzdede’ye gidelim mi?
O, konuşmama orucunu bozmamak ister gibi, umutsuz gözleriyle her şeye rağmen, “olur” diye onaylıyor.
Garson tekrar masaları gözden geçiriyor. Oturanlar, hep aynı oturanlar. O da kızların oturduğu Masaya gidip, çay, diye soruyor. “Evet, iki.”
Bize de uğruyor, “çay alır mısınız?”
& Evet, iki tane, biri açık olsun…
Not: Kurgudan oluşan bir hikayedir.

4 yorum:

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

Gerçekten çok güzel bir hikaye. Çok akıcı. Umarım devamı gelir.

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

Yorum yazabildim mi biliyorum ama hikayeyi çok beğendim. Gerçekten süper bir kaleminiz var. Umarım devam eder.

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Çok teşekkür ederim. Umarım gelir:)

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Aslında bu sıralar hikaye yazmıyorum. Daha çok okuma zamanında gibiyim. Aklıma konu gelse de, bırakıyorum. Tembelliği bırakmak lazım. Tekrar teşekkür ederim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...