15 Kasım 2011 Salı

Ulan Batur'dan selam getirdim...


Her sabah haberlerde Türkiye’nin ve dünyanın haberini izleyerek başladı birazdan anlatacaklarım. Ulan Batur vardı dünyanın bi yerinde ve hava durumu eksi on beşlerde oynuyordu. İzmir her zaman olduğu gibi lodos havanın etkisi altındaydı. Lodos, lodos, lodos… öfff! Bende de başağrısı yapar lodos hava. Ulan Batur’da hava müthiş güzel soğukmuş. Off yaa, güzelliği düşünebiliyor musunuz? Evet düşündüm… ve neden olmasın? Soğuksa soğuk, sıcaksa sıcak. Deneyimleyelim bakalım. Dünyaya bi kere geldik. Hep Evrupa memleketlerine gitme görme isteği nedir?
İnternetten kendime, Ulan Batur – Moğolistan için ucuz uçak bileti ayarladım. Ve çok da konforlu sayılmayacak bi yolculuktan sonra, Ulan Batur havaalanına indim.
Bi kere Ulan Batur, ülkenin en kalabalık nüfusuna sahip şehri. Zaten Moğolistan iki nokta yedi nüfuslu bi memleket. Ulan Batur dışında yaşayan bir buçuk milyon kişi, Türkiye’nin iki katı kadar büyük bi alana yayılmş durumda. Ulan Batur sen ne büyük şehirsin diyeceğim ama diyemiyorum! İkinci büyük şehirse Erdenet. Nüfusu yetmiş üç bin. Bu kadar az nüfusu olan bi yer beni sıkacağı için, buraya gitmeye niyetlenmedim bile. Ulan Batur bana yeter. Zaten zamanım kısıtlı, İzmir’de yapacağım bi ton iş güç var.
Burada da bütün dünyada olduğu gibi işsizlik var. Nüfusun yüzde kırk’ı işsiz. Küreselliğin birinci şartı işsiz sanki olmaktan geçiyor. Ben gittiğimde Ulan Batur’un kenarında göçebe çadırları kurulmuştu. Özellikle kışın bu durumun daha da yaygın olduğunu söylediler. Bu şehirde yaşayan herkesin kırsalla bağlantısı var. Yaz aylarında kırsalda tarım, hayvancılık olduğundan, kışın da işsiz olduklarından dolayı, şehrin kenarına iş umuduyla göçebe çadırları kuruyorlarmış.
Şehirde gezerken kendimi dünyanın bi köşesine fırlatılmış gibi her şeyden ve herkesten uzak hissettim. O kadar izole bi durum var ki. Bununla birlikte Batı kültürü bu izole yaşamda bile kendisini oldukça hissettiriyor. İnsanların giyim tarzı, lokantalar, televizyon ve reklam panoları dahi Batı kültürünü yansıtıyor.
… yansıtıyor ama iki arada bi derede kalmış büyük bi bozkır köyü gibi de bi yandan. Trafik o kadar yoğundu ki. Korna seslerinden, egzos dumanlarından ve trafikte kaybettiğim boşa geçen zamandan oldukça bunaldım. Hava kirliliği had safhada. Trafikteki araçların çoğu Japonya’dan ithal. Sakın sıfır araba falan diye düşünmeyin. Çoğu ikinci el ve direksiyonu ise sağda.
Sokaklarda gezerken dikkatimi çeken bi diğer detaysa, nüfusun çoğunluğunun kadın olmasıydı. Otelde bunu Ulan Batur’un kırsalından olan sevimli resepsiyoniste sorduğumda, erkeklerin işsizlikten Kore’ye çalışmaya gittiğini ve 1990’larda alkol yüzünden erkek nüfusunun azalmasından dolayı olduğunu söyledi. Yüzümde üzücü bi ifade oluştu. Üzücü olan, erkeklerin işsizlikten dolayı eşlerinden, çocuklarından, memleketlerinden ayrılmalarıydı. Ama alkol alan erkeklerin yaşattığı şiddeti, ülkemde de her akşam ana haber bültenlerinde izlediğimden, cinnetin dibine kadar yolları var, dedim!
Buranın en önemli ürünü nedir diye sorsanız, kaşmir yün diye cevap veririm. Her ne kadar yazının başında soğuğa övgü yapsam da, sıcağı nasıl severim bilemezsiniz. Önce Suhbatur caddesine çıkın, oradan güneyinden geçen Barış caddesinde, Türkiye’ye göre oldukça ucuz, kaşmir ürünler vardı. Hepsinden param yettiğince aldım.
Alışveriş yaparken o kadar acıkmışım ki, ne yiyeceğimi şaşırdım. Çünkü burada mantının envai çeşidi var. Etin her türü de satılıyor. At etine kadar. Yok o kadar da değil artık! Fakat burada Akdeniz mutfağı ararsanız böyle bir seçenek yok.  Zira mevsimin sertliği ve göçebe kültür etkisiyle Moğollar sebzeyi sevmiyorlar. İklimden dolayı da doğru dürüst yetişmiyor zaten. Ben bizim bildiğimiz usülde geleneksel kıymalı mantıyı tercih ettim. Okurken canınız istemesin ama gerçekten de çok lezzetliydi.
Türkiyeli bi turist olarak, yapmadığım tek şey müze gezmekti. Oraya kadar gitmişken, Milli Tarih Müze’sini gezmesem olmaz. İyi düzenlenmiş ve oldukça geniş bi koleksiyona sahipti. Türklerin Moğolistan tarihindeki yerini ve eski Türklerin yaşamları ile ilgili fikir edinmek için, iyi bi başlangıç. Haaa unutmadan, müzenin içinde TİKA (Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) tarafından yaptırılmış özel Türk köşesi de vardı.
Gezi için iki gün planlamıştım. Fazlasıyla yeti. Üstelik hava da tahmin ettiğimden daha da güzel, soğuktu. İzmir’in lodosunu özlemedim. İstanbul aktarmalı geldiğim için, bugün İstanbul’da oldukça soğuktu. Bu bana İzmir’le ilgili hava durumuna dair fikir verdi. İki saat Atatürk Havaalanında bekledikten sonra, İzmir’e ulaştım.
Off süper bi poyraz beni karşıladı.
Güzeldi!

Not: Bu yazıyı her sabah izlediğim TRT Türk’teki 'dünyanın hava durumu' isimli programda, Ulan Batur isminin önce komikliği sonra da merakı ile nette yaptığım mini bi araştırma sonucu ile hayali olarak yazdım.





2 yorum:

Сердар dedi ki...

Yazıyı okurken gerçekten gittin sandım, tabi ilk ilgimi çeken şey ise öylece karar verip gitmendi ama hayali olduğunu öğrenince biraz hayal kırıklığı oluitu bende.. Neyse, zaman bol, görülecek çok şey var.. eline sağlık yazın için..

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Gerçekten gidebilmeyi isterdim. Fakat hayali olarak da olsa, edindiğim bilgilerle biraz gitmiş gibi oldum işte. Teşekkür ederim okuduğun ve yorumladığın için...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...