2 Eylül 2011 Cuma

Eylül portrelerinden: Victor Jara


Büyülü bi aydır eylül. Yaz mevsiminin yakıcılığı ile sonbaharda başlacak soğuklara ayar verir. İkisinin keskinliğini birbiriyle barıştırır. Biz insanları, hayvanhaşadı ve nebatı alıştırır gelecek soğuk günlere.
Eylül ayının hüznünü ve barışcıllığını kesin olarak öğrenmem lise yıllarına denk düşer. Lisede matematik dersini sevmez ve bunun karşılığında ikmale kalırdım. Bu kurtarıcı ay beni ve diğer ikmale kalan öğrencileri okulla tekrar barıştırırdı. Koca bi yaz, omuzlarımda hissettiğim ‘evet matematikten çaktık, of offf’ sıkıntısını üzerimden alıverirdi. Alpay bize ‘eylülde gel’ şarkısını yapmıştı. Yüreğimizde ince bi sızı olurdu, o şarkıyı radyoda her duyduğumuzda. Kimileri derslere, kimileri platonik ya da gerçek sevgililerine ithaf ederdi bu şarkıyı. Kim nereye isterse, durumuna göre… şahane bi şarkıymış gerçekten de, boşuna değil klasik olması.
Matematikten her sene ikmale kalmadım. Bütün derslerimden geçtiğim bi yıl, müzikten çaktım. Soranlara müzikten ikmale kaldığımı söylüyordum fakat bu onlar üzerinde dalga geçiyormuşum hissi uyandırıyordu. Dalga geçmiyordum. Üstelik müzik hocası dalga geçilmeyecek kadar ağır psişik bi şahsiyetti. Özhakiki müzik hocasıydı. Hani şu İngilizcecinin beden dersine girdiği, müzik hocalarından değil işte. Ve bu yüzden sanıyorum müzik hocalığı onda mesleğinin hafife alınıyor olduğuna dair bi his uyandırıyor, bize notaları ve notalarla şarkı söylemeyi öğretmeden, sınıf geçirmemeye yemin ediyordu her gece uykuya dalmadan önce. Keskin çizgileri vardı adamın. Boğazı ağrıyıp hasta olduğunda, bi kerede, bi şişe şurubu kafaya dikip, iyileşmeyi umacak kadar bi uçukluk ve keskinlik. Milli güvenlik hocasının otoritesine sahipti. Bedenindeki akordeon, müzik aletinden çok, silah gibi duruyordu. Şarkılar türküler söylemek, faşizan bi durum değil tabii ki. Si si do re, re do si la, la la sol sol la sol solllll. İşte zorla aklımda kalan bunlar.
Şarkı söylemek güzeldir. Şarkılar hayatın zorluklarına karşı bi kalkan, farklı diyarlara gitmektir. Gitmek her zaman bedenen olmaz ki. Müzik sizi alır götürür. Bi şarkıyı ilk nerede dinlemişsem, hep orası aklıma gelir. Otobüs yolculuğuna nedense Funda Arar’ın o buğulu sesini yakıştırırım. O ses, mola yerlerini, mola yerlerinde köpüklü sularla fırçalanan otobüslerin ön camları aklıma gelir. Duş altına giren otobüsler… Gözümü açıp kapadığımda, gördüğüm elektronik saat…  uyuşan ayakları açmak için dolaşırken, kırsalın orta yerine kurulmuş bi benzin istasyonunda, gökyüzünün boşluğuna bakıp, ne olacak bundan sonrası? Hiç. Neden bütün bunlar? Hiç.

Evet sonunda her şey kocaman bi hiçe dönüşürken, zalimlikler zulümler bitip tükenmiyor. İnsan var olduğuna göre hiç bi zaman da bitip tükenmeyecek görünüyor. Bütün bu zalimlikleri bütün insanlığın üstüne atmak ne kadar da büyük haksızlık. Bunları istemeyen bi yığın insan varken… güç kötünün eline geçince neler oluyor neler. Bi takım insanlar, bi takım insanları işlerine gelmiyor diye çatır çatır öldürüyor. Bu dünyanın yarısı Habil’se, diğeri kısmı da Kabil.  Zalim ve zulüm hikayeleri o kadar çok ki; onlardan biri de yıllar önce gerçekleşmiş. –hâlâ da gerçekleşiyor ya hoş- Neyse aşağıdaki yaşanmışlığı aktarmadan edemeyeceğim; Adı: Victor Jara. 
11 Eylül 1973 teki Augosto Pinochet’in düzenlediği faşist darbenin hemen ertesinde gözaltına alınmış ve binlerce kişiyle birlikte –bugün adı verilmiş olan- Şili Santiago Stadyumu’na getirilmiş. Postallarla çiğnenen ülkesinin ve katledilen yoldaşı Allende’nin acısını hissediyordu O.
Yanından hiçbir zaman ayırmadığı refakatçısı gitarıyla birlikte stadyuma getirmişler ve o şarkı söylemeye başlamış. Bu öbür tutuklulara da sirayet etmiş ve gardiyanların üzerlerine ateş açma tehdidine karşın hepsi birlikte şarkı söylemeye devam etmişler. Zalimler baş edemeyeceklerini anlamışlar bu durumla. Zalimin en büyük silahı korkutmaktır. Korkutmak için sırf, Victor Jara’nın ellerini kırmışlar. İstedikleri olmuş ve artık gitarını çalamamış ama bu onun şarkı söylemesine engel de olmamış. İnce bi sesle şarkı söylemeye devam etmiş. Bunun üzerine bi dipçikle kafasını parçalamışlar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip, trübünlerin önüne atmışlar. 16 Eylül 1973 de yaşanmış bütün bunlar.
 Zalimlere bakmayın siz. Zulümlerinin nedeni güçlü olduklarından değil tam tersine korkak olduklarından kaynaklanır. Onlar, onun şarkılardan korkmuşlar. Şarkılarının büyük düşmanı ise darbeci Pinochet’miş.
Victor Jara şarkıları susmasın istiyordu. İnsanların yoksulluktan ölmediği güzel bi güzel bi dünya istiyordu. Pinochet ise bütün bunların hepsine karşıydı. İnsanlar köle olmalıydı onun için, herkesten vazgeçebilirdi ve Pinochet’e göre yaşamak egemen sınıfın hakkıydı.
Şili’deki Pravda muhabiri Vladimir Çernisev tanıklık etmiş ve aktarmış bütün bunları.
Bitmez, bütün bunlar bitmez. Bugünlerde Şili’de olanlara karşı küçük bi anımsamaydı…
Bütün bunlar bitmese de, şarkılar susmasın. Şarkılar zalimleri sustursun…




Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...